Bir kaç yazıda “Müzikolojide Birleşelim” başlığı atarak ortak bir müzikoloji eğitim stratejisi belirlenmesi gerektiğini düşündüm. Bu yolla oluşacak ortak Müzikoloji politikası, siyasiler desteklemese bile, Türk Müzikolojisinin dünya çapında ses getirmesini, diğer uluslar tarafından takip edilmesini, hatta taklit edilmesini sağlayacaktır diye düşünüyorum. Tıpkı bizim Batı kültürünü ve müzikolojisini takip ettiğimiz gibi. Ancak uluslararası politika için elbette devlet ve siyasilerin desteğine ihtiyaç vardır.
Başlığı “Müzikolojiden Uluslararası Konservatuvara Makam Teorisi” şeklinde atınca aslında “Makam Teorisi”ni anlatacakmışım anlaşılıyor, ama Makam Teorisi terimine dikkat çekici olduğunu kabul etmek lazım.
Dünyada saygın bir Türk Konservatuvarı hayalim var. Bu hayal, Prof. Yalçın Tura ile başladığım Müzikoloji hayatımın hemen her safhasında olmakla birlikte, 2013’te Türkiye’yi tanıtım programı çerçevesinde gittiğim Çin'de biraz daha olgunlaştı. Oradaki meslektaşlar geleneksel müzik eğitimini nasıl yaptığımızı öğrenmek istediklerini söyleyince, onlardaki ihtiyacı karşılayacak bir Türk Konservatuvarı olmadığını, olması için neler yapılması gerektiğini düşündüm. Şimdi, olabilecek yani olması mümkün ama, yakın zamanda gerçekleşmesi mümkün olamayacak bir duaya amin diyorum. Çünkü Çin’li müzisyenlerin bize gösterdiği ilgiyi devam ettirecek uluslararası bir rektörlük anlayışını döndüğümüz zaman göremedik. Fakat hayal güzel şey.
Bilindiği üzere konservatuvar müzik eğitimi veren, müzik icracısı, hanende yetiştirmeği, nihai hedefi ise sanatçı yetiştirmeyi amaçlayan bir kurumdur. Daha önce bir yazımızda bu tip kurumun Sanat Tasarım Fakülteleri, Güzel Sanatlar Fakültelerinde olup olamayacağından da söz etmiştik. Müstakil bir konservatuvar olması daha tercih edilecek bir yapı gibi görünüyor demiştik.
Türkiye’de iki tip konservatuvar var: 1-Batı Müziği konservatuvarı, 2- Türk Müziği konservatuvarı. Batı müziği konservatuvarları “uluslararası müzik eğitimi” verdikleri için övünüyorlar. Hatta biraz daha ileri gidip “evrensel müzik” diyorlar. Biz de onların bu anti-müzikolojik ifadelerine katılmamakla birlikte gurur duyuyoruz. Diğerinin de aynı şekilde olmasını arzu ediyorum yani “uluslararası müzik eğitimi” vermelerini istiyorum. Ama bu nasıl olabilir? Bu konuya girmeden önce her ikisinin de bu haliyle bile Uluslararası Sanat Müziği sanatçısı yetiştirdiğini belirtmeliyim.
Türkiye’de pek çok akademisyenden “Batı Müziği” teriminine olumsuz yaklaşım duymuş olmama rağmen, yerine başka bir terim kullanmaktan ise çekindiklerini gördüm. Müzikoloji teorisyenlerinin ürettikleri, ileri sürdükleri terimlere sıcak bakmıyorlar, kendileri de bir terim üretmiyorlar. Yine dönüp dolaşıp beğenmedikleri ancak alıştıkları terimi kullanmaya devam ediyorlar. Bazı teorisyenler ise ellerine icra gücü geçirdikleri zaman üretilmiş fikirlerden yararlanmak yerine, hızlıca üzerinde çok fazla düşünülmemiş, tartışması yapılmamış terimler kullanıyorlar. Türk müziğini zor duruma sokan bu terimlere karşı savunmak yine müzikologlara düşüyor. “Batı Müziği” teriminde olduğu gibi.
Bazı arkadaşların ısrarla “Türk Müziği” terimini dar anlamda bir temsiliyet ifade ettiği gerekçesiyle duydukları rahatsızlıkları dile getirerek, bu milliyetçi söylemden vaz geçilmesi gerektiğini ileri sürmelerine rağmen, müzik sınıflandırmasında çok azının yeni görüş ileri sürdükleri, çoğunun bu konuyu “es” geçtiklerini, aşağıda belirteceğim gerekçeyi de ileri sürmediklerini söyleyeyim. Hatta bazıları “dar kalıplaşma” diye nitelendirdikleri sistemleşmenin aleyhinde yazılar yazıyorlar.
Bilindiği üzere dünyada iki tür müzik ön plandadır: 1- Tonal/Çoksesli müzik, 2- Teksesli Müzik. Her iki müzik hem 1-Sanat Müziği, hem de 2- Popüler Müzik sahibidir. Diğer müzik türleri bu müziklerin çeşitleri, çeşitlemeleridir. Diğer tür, biçim, çeşitlere girersek söz uzar.
Çağdaş Türkiye’nin bulunduğu sosyolojik yapı gereği onların bu görüşlerinde haklılık payı olduğunu düşünüyor (ki bu konuya birazdan geleceğim), ancak Türkiye’nin temsil ettiği müziğin adına “Türk müziği” denmesinden vazgeçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konu GÜ TMDK Türk Müziği Tarihi Öğretimi Çalıştayı’nda da dile getirilmiş, “Türk Müziği Tarihi” denilmemesi gerektiği üzerinde durulmuş, onlara “evet uluslararası bir müzik tarihini yazabildiğimiz zaman bunun adı müzik tarihi olmalı, ancak şimdilik kendi tarihimizi daha araştırmayı bitiremedik, nerde kaldı Türki Cumhuriyetlerinin müzik tarihini kapsayacak zenginlikte bir müzik tarihi, keşke yazabilsek. Çalıştay sonucunda “Türk Müziği” demenin ve “Türk Müziği Tarihi”ni dönemlendirmenin eğitim gereği şimdilik bir zorunluluk olduğu, Türk Müziği Tarihini, komşularımızın tarihini de kapsayacak şekilde Arkeolojik, Paleografik, Sistemci okul, Türk Klasik Müziği, Popülerleşme olmak üzere beş ana döneme ayrılabileceği sonuç bildirgesinde yer verilerek ifade edilmiştir.
Bu yazımda konuyu Uluslararası bir Türk Müziği Konservatuvarına getirmek, Türk Müziği Konservatuvarının birer Uluslararası Konservatuvar olabileceğinden bahsetmek istiyorum.
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi konum itibariyle bir taraftan Doğu kültürüne diğer taraftan Batı kültürüne bakmak zorunda olduğunu biliyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında Doğu Klasikleri, Batı Klasikleri diye bir seri vardı. Müzikle ilgili konuya dönecek olursak Batı Müziği diyeceksek, Doğu Müziğinden de söz etmemiz gerekir. Fakat sanki duyar gibiyim, satırlarımı okuyanlar hemen “hayır hayır Doğu Müziği olmaz” diyorlar. Oysa sırf muhalefet için olmasa bile Aristo mantığı gereği, Batı Müziği diyorsan niçin “Doğu müziği” demekten korkuyorsun. Zaten tarihte denilmiş, bu teorisyenleri takip edenler hala Orient Music/ Doğu Müziği diyorlar. Sakın “Doğu Müziği” terimine taraftar olduğumu sanmayın. Ancak bir gerçeği ifade etmeye çalışıyorum, Batı Müziği teriminden bir an önce vaz geçmemiz gerektiğini söylüyorum.
Ben zamanın ihtiyacı olarak dilimize girmiş ve terim olmuş “Batı Müziği” teriminin yerine teorisyenlerin önerdikleri “Tonal-Çoksesli Müzik” teriminin kullanılmasından yanayım. İtirazlardan biri şöyle “hangi çoksesli müzik?”. Oysa Çoksesli Müzik teriminin vatanı Avrupa Müziğidir, elbette Çoksesli Müzik denince Gamelan Müziği değil, Batı Müziği anlaşılacaktır, diğerine zaten Gamelan Müziği diyoruz. Bu konuların üzerinde ilk defa geniş çaplı araştırma yapan müzikolog yine bir matematikçi olan İngiliz asıllı Alexander John Ellis’tir (ö. 1890), 1885’te yayınlanan “On the Musical scales of various nations” (: Çeşitli milletlerin müzik skalası hakkında) makalesi Türk müzikolojisi için Türkçeye kazandırılması gereken bir araştırmadır. Avrupa müzikologları onun “Dünyada gelişmiş tek bir müzikten söz edilemez, gelişmiş tek bir nazariyat sisteminden söz etmek de doğru değildir” diye özetlenen fikirleri için dışlamışlardır. Bir diğer itiraz da “Batı Müziği'ne Çoksesli Müzik dersek, Türk müziğinde Çoksesli-Teksesli kısır tartışmasını hortlatırız” endişesidir. Oysa bu hem Avrupa’da hem de Türkiye’de çoktan müzikolojik olarak aşıldı. Bu konuda endişesi olanlara Cinuçen Tanrıkorur okumalarını tavsiye ederim.
Türkiye’de türler konusunda yazı yazan çok az sayıdaki insanlar da bu terime karşılar ve bazıları Batı Müziği terimi yerine “Uluslararası Sanat Müziği” veya “Tonal Müzik” veya “Çoksesli Müzik” terimlerini kullanıyorlar. O halde bu ve buna benzer terimlerden neden vaz geçmiyoruz, vaz geçemiyoruz. “Alışkanlık” demekten başka bir sebep bulamıyorum. İşte bu alışkanlık yüzünden Türkiye’de Müzikoloji hala Cumhuriyetin ilk yıllarından kalmış görüşlerle mücadele etmek zorunda kalıyor. İkinci sebep “duygusallık”, terimlere olan duygusal bağlarımız. Bilimde duygusallığa yer olmadığı için Müzikolojik olarak çözüm üretilebiliniyor. Fakat Konservatuvar jürilerine girildiği zaman işler tersine dönüyor.
İyi bilinir ki “bilimde duygusallığa yer yoktur”. Yani matematikle uğraşıyorsak, 3’ü çok seviyorum, uğurlu sayım, 5’i sevmiyorum uğursuz sayım, bu nedenle 5’li işlemleri yapmam diyemeyiz. Böyle bir anlayışla bilim yapamayız. Yapabilir misiniz? Ben müzikle uğraşıyorum, tabi duygusal olucam deyip, müzik bilimine/müzikolojiye duygusal yaklaşamazsınız. Duygusal yaklaşırsanız kültürlerarası bilim yapamazsınız, Bazı bilim adamlarının, müzikologların düştüğü hataya düşersiniz. Avrupa'da Kıyaslamalı Müzikolojinin ileri sürdüğü “en gelişmiş müzik Avrupa müziğidir” sözüne hak vermek zorunda kalırız. Onlara hak vermekten başka çaremiz kalmaz veya biz de duygusal olarak “hayır öyle değil” demiş oluruz. Oysa onların sözlerine delil olarak gösterdikleri argumanlar var, fakat zamanla ileri sürülen argumanların bu sözü söylemek için yeterli olmadığı Müzikoloji sayesinde anlaşıldı, fakat bu konuda ısrarcı olan Müzikologlardan bir gurup başka bir bilim kuruyoruz diyerek ayrıldılar. Zamanla kendilerini bağımsız bir bilim olarak sunmaktan vaz geçip XX.yüzyıl sonlarında kendilerini “Müzikolojinin alt dalı” olarak sunmaya başladılar. Özetle bu gibi duygusal yaklaşımlar bilimsel değildir, bilim delillere, sebep-sonuç ilişkisine bakar; müzik bilim olmak istiyorsa evrensel bakış ve değerler üretmelidir. Bunlar realist bilimin temelleridir, uzun uzun anlatmağa gerek yok. Müzikoloji de öyle olmalıdır, müzikoloji ile uğraşanlar da öyle olmak zorundadır. Temel daima bilime uygun olmalı.
Şurasını çok iyi bilmeliyiz, iki tip “Uluslararası Sanat Müziği”ne sahibiz; hem Tonal-Çoksesli Müzikte hem Teksesli Müzikte. Ancak bu özelliğimizi uluslararası platforma taşıyacak bir konservatuvar yapısına sahip değiliz. Özellikle Türk Müziği Konservatuvarları için söylüyorum. Konuyu açıklamağa bir örnekle başlayayım: Bir arkadaşım Yunanistan’da dinlediği bir şarkıyı anlatıyor: “Rethymno radyosu Yunanca bir şarkı çalıyor, dinliyorum ve dudaklarımdan şu sözler dökülüyor, Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini, aranağmeden sonra bilinmeyen bir a parçası, sonra bizim bestenin b parçası” (18 Temmuz 2015). Yani adına ister “ihos” desinler, ister “raga” gibi bir şey, Risto Pecca Pennanen’in dikkat çektiği gibi “makam” müziği.
İşte bu noktada “Türk Müziği” terimine karşı olanlara hak veriyorum. Diyorum ki uluslararası bir anlayış istiyorsak Türk Müziği Konservatuvarındaki ders adlarını gözden geçirmeliyiz, ders adlarında olabildiğince “Türk Müziği” teriminden uzaklaşmalıyız. Daha kuşatıcı terimler ve kelimeler kullanmalıyız, Doğu kültüründe ve orta doğuda yaygın olarak kullanılan “makam” kelimesine veya İngilizceden Türkçeye geçen kelimelere veya Orta Asya Türkleriyle ortaklaşa kullandığımız kelimelere, hatta Arapça ve Farsça kelimelere sarılabiliriz.
Makam kelimesi Dünyada rağbet gören ve yaygın olarak kullanılan ve Çin-Uygurlardan Fransaya, Azeri, İran, Arap, Afrika gibi ülkelerde de geniş bir coğrafyanın kültürü içinde kendini temsil eden bir kelime olarak görülmeli ve ders adlarında kullanılmalıdır. ICTM kuruluşu kökü dışarda da olsa bunun çabalarını veren bilim adamlarının bildirileri ile dolu. Yani Türk Müziği Nazariyatı ders adı yerine Makam Nazariyatı veya Makam Teorisi gibi bir ders adı kullanılmalıdır (Bu fikri ilk defa ben ileri sürmüyorum). Çünkü uluslararası bir konservatuvarda hitap ettiğiniz öğrencilerin Japon, Koreli, Faslı, Yunan, Sırp, Bulgar, Macar, Balkanlı, Kosovalı, Azeri, Özbek, Uygur olduğunu düşünün. Böyle bir öğrenci kitlesine sunulacak ders adları geniş kültüre hitap etmeli. Hem ders adları hem de terimleriyle. Makam Müziği ifadesi gibi. Tıpkı Çoksesli Müzik Teorisi dersinde öğrencilerin Fransız, İngiliz, Rus, Alman, Azeri, Japon, Türk olması gibi. Ancak bu müzikolojik yaklaşımla Türk Müziği Konservatuvarlarını Uluslararası/ Kültürlerarası/ Çokkültürlü/ Multikültür Konservatuvarlarına dönüştürebiliriz. Ulusal Müzikoloji de aynı şekilde dikkat çekici bir misyonu ancak böyle yüklenebilir. Bir düşünün böyle bir konservatuvardan mezun öğrenci ülkesine gittiğinde “rast” makamını öğretecek, ama Türkiye’de öğrendiği “rast makamı”nı öğretecek. Türk müziğinde kullandığımız terimleri, usulleri, makamları, müzik yapılarını, müzik teorisini/ makam teorisini hatta müzik tarihi anlayışını öğretecek. Bu da teksesli müzik sanatının oluşum ve teorisinde Türk Müziği nazariyatını evrenselleştirecek/ kültürlerarası haline getirecektir (Batı müziğindeki standartlar gibi).
Geçmişin imkansızlıklarına rağmen şimdi iletişim ağı gibi büyük bir fırsat var. Türkiye’nin, Türk müzikolojisinin, Türk müziği icracılarının, Türk müziği konservatuvarlarının zaman kaybetmeden bu durumdan faydalanmaları gerekir. Globalleşmeden söz edildiği son 20 yıldır, bu oluşuma hazırlıksız yakalanan Türkiye, Türk müziği teorisini/ Türkiye’deki müzik eğitimini/ Ulusal müzikolojiyi evrenselleştirmenin fırsatını kaçırıyor. TASAM gibi bazı kuruluşların Medeniyet İnşası ve Değerler İnşası Çalıştayları oldu ve ben bunu öğrendiğim zaman, çalıştayın dikkatini emaille müziğe çekmeğe çalıştım. Müziği her halde Medeniyetin Temellerinden görmüyorlar ki ilgilenmediler. Evet, ancak uluslararası medeniyet projelerinde yer alması gereken bu konuda, bu tür uluslararası konservatuvar tasarılarına da yer verilmelidir. TİKA, Yunus Emre Vakfı, Üniversiteler, TÜBİTAK gibi kuruluşlar bu görevi üstlenmek isteyenleri desteklemelidir. Her şey ICTM’e bırakılmamalı, onlarla işbirliğine gidip uluslararası ortak bir konservatuvar projesi yapılmalıdır. En azından Ankara veya İstanbul’da makam teorisi ve makam müziği öğreten uluslararası yapıyı gözeten ders adlarıyla bir “Müzik Konservatuvarı” kurulmalıdır diye düşünüyorum.
İdealimdeki Müzikoloji Bölümlerinin görevlerinden biri bu müzik politikasının yolunu çizmek, ama biliyorum bu salt benim işim değil. Ben sadece bu konuda yapılabilecek önerilerde bulunmağa çalışıyorum. Onun için Müzikolojide Birleşelim başlığını taşıyan yazılar yazdım. Ankara GÜ TMDK Müzikolojisine böyle bir misyon yüklemeye çalıştım. Her ne kadar tamamıyle değilse de kısmen bir temel attım. Ancak her misyon kahramanlarıyla devam eder. Umarım bu misyonun kahramanları bunu devam ettirir, bir ekol haline dönüştürürler.
Recep USLU