1977’lerin TRT radyo yayınlarından beri yaptığı programlar ve konserlerle kulaklarımda ulvi müziğin sesi çınlayan, ulu çınar Ahmed Hatiboğlu artık hayata gözlerini kapadı.
Onun hakkında en son 2012 yılı Cumhurbaşkanlığı ödülü aldığı zaman üç aylık musiki ve edebiyat dergisi olan Kadem (2013, s. 6-10) dergisinde yazmıştım. Bu yazıda ayrıca Türk müziği ve müzikoloji alanında yaptıklarını ve yazdıklarını da özetlemiştim.
Yazının girişinde bahsettiğim bir anı vardı. Çok değerli hizmetlere imza atmış edebiyat tarihçisi ve Türk müziği aşığı Sn. Prof.Dr.Mustafa Uzun’un, rahmetli Halil Can’ın, Türk müziği mirasını devr alacağını düşündüğü o günlerin genç müzisyeni Ahmed Hatiboğlu’na işaret etmiş olmasıyla ilgili anısı, okuyucular tarafından büyük ilgi çekmişti.
Evet Ahmed Hatiboğlu’nu kaybetmenin acısı içindeyiz.
1933 doğumlu müzisyen bestekar müzik eğitimcisi ve yazarı Ahmed Hatiboğlu, 22 yaşında girdiği Ankara Radyosu’nda müzik faaliyetlerine, özellikle 1961 yılından sonra ağırlık verebilmişti. Tanbur sanatçısı, ses yönetmeni, kudüm sanatçısı, Türk mûsikîsi müdürlüğü, koro şefliği, denetleme kurulu üyeliği, araştırma ve inceleme kurulu, repertuar kurulu üyeliği yapmıştı. Selçuk Üniversitesi Konservatuarında dört yıl öğretim elemanı olmuştu. Sanat anlayışı, çokseslilik, yakın dönem Türk müziği târihi, müzik adına gerçekleştirmek istedikleri ve hizmet anlayışı hakkındaki fikirleri, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan besteler külliyatında bir arada bulunmaktadır. Ayrıca hakkında günümüzün tasavvuf müziği hanendesi ve akademisyen Fâtih Koca’nın yüksek lisans yaptığı (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004) tezinde Ahmed Hatiboğlu’nun hayâtını, öğrencilerini, bestekârlığını, görüşlerini, hakkında yazılanları da görmek mümkündür. Ahmed Hatiboğlu, pek çok ödül almıştır, 2012 yılı Cumhurbaşkanlığı sanat ödülü ise aldığı ödüllerden sadece biridir.
Yazdığı eserler içinde küçük çaplı ve sadece öğrencilerinin elinde bulunan çeşitli ders notları başta gelmektedir, “formlar” gibi. Bu konuda ders verirken yıllardır biriktirdiği bilgisini yeni müzik biçimleri arayışlarını besteleriyle dile getirmiştir. Bunlardan sıyrılıp basılabilenler:
Türk Müziği Solfeji (Ankara 1982),
Prozodi (Ankara 1983, 392 s. TRT yay.)
Yûnus Emre İlâhîleri (Ankara 1993, TDV yayınları)
Ahmed Hatiboğlu’nun Beste Külliyatı (Ankara 2012, TDV yayınları). Kendisinin seçtiği ve gözden geçirdiği bestelerinden oluşan bir külliyattır. Yeni müzik biçimlerinde besteleri bu kitapta yer almaktadır. Türk müziğinde “Yeni form” denemelerinden kendisi de söz eder (s. 27). Bu formları niçin yaptığını “değişik formların devreye girmesi, manzaraya bir başka pencereden bakmak gibidir. Farklı müzikal ifâdeler, yeni formların şeklî disiplini sâyesinde oluşurlar” diye açıklayarak dile getirir.
Yeni müzik biçimleri ayrıca verilen ek CD’den de dinlenebilmektedir. Bu eserde Ahmed Hatiboğlu’nun Türk din müziğinde çoğunluğu “ilâhî” olmak üzere, niyaz ilâhisi (s. 41), ezan (s. 50, 140), mersiye (s. 60), nefes (s. 62, 68, 130, 142, 315, 380, 383), durak (s. 70, 335), naat (s. 96), şuğul (s. 319); Türk dindışı müziğinde çoğunluğu “şarkı” olmak üzere nakış semâî (s. 420, 507), nakış beste (s. 513), dîvan (s. 426-427), beste (s. 440, 477), gazel (s. 448), çocuk şarkısı (s. 486, 489; Hâlide N. Zorlutuna’nın çocuk şiirinden oluşan şîvenümâ durak ( s. 335), fantazi şarkı (s. 492), marş (s. 497), Kâr-ı nâtık yeni form (s. 517), ağıt (s. 531); Türk çalgı müziğinde çoğunluğu “saz semâîsi” ve “saz eseri” olmak üzere peşrev (s. 544), karabatak (s. 550), Oyun havası (s. 558, 560), zeybek (s. 595) müzik türlerinde besteleri vardır. Yılmaz Öztuna’nın ölmeden önce yazdığı son yazılarından biri bu eserde yayınlanmıştır. Bu kitap için Kadem dergisinde tanıtım yazısı yer almaktadır.
Evet bestekar Ahmed Hatiboğlu’nu kaybetmenin acısı içindeyiz. O Türk müziğinin bir bestesi idi, bir sesi idi. Artık bu bestenin bir notası eksildi, bir sesi eksildi.
Ahmed Hatiboğlu geride bir miras bıraktı. Bu miras hepimizin sahip çıkması gereken bir miras. Türk müziğinin ilerlemesine çalışmak. Ancak bana göre geride gerçekleşmesi gereken iki vasiyet de bıraktı:
Bunlardan söz edeceğimiz ilk vasiyyet, yayınlanan Külliyatında yazdığını ve yayımlanacağından söz ettiği anılarıdır.
Diğer vasiyyeti 2012 yılı Cumhurbaşkanlığı sanat ödülü, ödül töreni sırasında Sn. Türkiye Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün huzurunda yaptığı konuşmada yer almaktadır. Bu konuşmasında Gazi Üniversitesi Konservatuvarının açılışına çok memnun olmuş ve “büyük âlimimiz Hüseyin Saadeddin Arel’in: “Türk Mûsıkîsi’ni, Türk yurdunda, Türkler’e karşı müdâfaa etmek ne hazindir” infiâlini göstermeye, herhalde artık lüzum kalmayacaktır” ifadesiyle Türk müziği konservatuvarlarının açılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirmişti, bu yeni faaliyetlerle geleceğin Türk müziğinden ümitli idi. İşte bu yeni konservatuvarların açılışından memnun olmakla birlikte, Türk müziğine sahip çıkmak isteyen, uğraşan, didinen, akademisyen olmaya çalışan yeni gençlerin önündeki engellerden de haberi vardı. Devletten bunların kaldırılmasını istiyordu. Bu konuya şu cümleleri ile değinmişti: “Hamdolsun son senelerde birkaç üniversitemizde yer bulabilmiş Türk Müziği Devlet Konservatuvarları’nda, bu hedefe hayatlarını koymuş müstesnâ kābiliyette gençler görüyoruz. Ne var ki bunların pek çoğu, önlerine çıkarılan yabancı dil engeli yüzünden, doktoralarını yapamadan, ocaklarından ayrılmak zorunda kalmaktadırlar. Devletimizin, bu değerleri kaybetmemek için, gerekli düzenlemeleri bir an önce yapması, bir zarûret hâlini almıştır. Bu üstün yetenekli gençlerin yabancı dil ihtiyaçları, doktora sonrasında, onları yabancı ülkeye göndererek çözümlenebilir diye düşünüyorum.” Bu cümlesindeki ikinci vasiyet gençlerin önünde duran yabancı dil engelinin kaldırılmasıdır. Devletten bu engelin kaldırılmasını istemişti ama yapılmadı.
Geride bıraktığı bu iki vasiyeti bakalım kim şimdi yerine getirecek.
Recep USLU