Çağdaş Müzikolojinin 1850’lerde kuruluşundan bugüne kadar Avrupa genellikle kendi problemlerini masaya yatırmakta haklıdır. Bizim de Türkiye’de Çağdaş Müzikolojinin problemlerini “milli” olması gerektiğine, akademik müzikolojinin öncüleri Gültekin Oransay ve Onur Akdoğu dikkat çekmişlerdir. Yazılarında kullandıkları “Milli Müzikoloji”, kendi deyimleriyle “Ulusal Müzikoloji” terimleriyle bunu ortaya koymuşlardır.
Türkiye’de Müzikoloji hala emekleme safhasındadır. Bir bilimsel disiplinin yerleşmesi, yaygınlaşması ve kabul görmesi zaman alır. Bu zamanı kısaltmak için devlet desteği gerektirir.
Geçen yazımızda “müzik mi, musiki mi” konusuna değineceğimizin ip uçlarını vermiştirk. Aslında bu konuya Ayhan Sarı, “şapkacılar” diye eleştirdiği bir yazısında bu dergide dile getirmişti. “Musiki” kelimesini tercih edenleri şapka ile imlayı benimsemeleri sonucu farklı imlalar ortaya atıldığını bunun da bir karmaşaya yol açtığını belirtmişti.
Şimdi bir düşünelim! Bir kelimenin nasıl bir imla ile yazılması gerektiği sorunu müzikolojinin problemi midir,yoksa Türk dili ve edebiyatı yani Türkoloji’nin problemi midir? Şüphesiz kelimelerin nasıl bir imla ile yazılması gerektiği sorunu Türkçecilerin problemidir. Öyleyse Müzikoloji bu konuyla neden ilgilensin? İlgilenmesi için bir sebep göremiyorum. Şüphesiz bir bilim adamı başka bir bilim alanı hakkında ancak öneride bulunabilir, ama o bilim alanı hakkında karar veremez, vermemelidir. Hatta o alanın problemini kendi alanına taşımamalıdır. İmla problemi müzikolojinin problemi değildir, olmamalıdır.
Beni rahatsız eden bir başka konu da edebiyat metodolojisiyle, müzikoloji metodolojisinin birbirine karıştırılması olmuştur.
Transkripsiyon, edebiyatta bir edebi metin yayınlama, edisyon kritikte kullanılan bir metottur. Avrupa da da kullanılır. XX. Yüzyıl başlarında bunun öncülüğünü yapan kurumlardan biri Leiden İslam Ansiklopedisi yayın kurulu olmuştur. Bir dilden başka bir dile yazımı düzenleyen fonetik alfabe kullanımına transkripsiyon denir. XX. Yüzyıl Türk Edebiyatında özellikle tezlerinde transkiripsiyon kullanımı XVII. Yüzyıl öncesi için bir zorunluluk olduğu karara bağlanmıştır. İşte sorun bu noktada başlamaktadır. XV-XVII. Yüzyıl arası bazı metinler hem Türk edebiyatını hem de Türk Müzikolojisini ilgilendirmektedir.Böyle bir durumda önce Türk edebiyatçıları metin çalışması yapmalı, daha sonra müzikoloji alanı o metin üzerinde çalışmalıdır. Böyle bir çalışma planı uygun gibi görünüyor. Ama Müzikoljinin önemli metinleri Türk edebiyatı için o kadar da önemli olmamıştır. Mesela Kantemiroğlu’nun Kitab-ı İlmü’l-musiki adlı eseri, edebiyatçılar için o kadar da cazip bir metin değildir. Öncelikle bu kitap bir edebiyat eseri ve kaynağı değildir. Bunun için edebiyatçılar ilgilenmemişler, iş müzikoloji ile ilgilenenlere kalmıştır.
Böyle bir durumda “transkripsiyon” yönteminin müzikolojiye ne gibi faydası olacağı sorgulanması gerekirdi. Bunun sorgulanmış olduğu müzikoloji çalışmalarından net olarak anlaşılmamaktadır. Bunun yerine edebiyatçıların “transkripsiyon” yönteminin uygulanmaya çalışıldığı görülmektedir. Bazı müzikoloji bitirme ödevlerinde, daktilonun imkanlarından yararlanarak, ne edebiyatçıların önerilerine ne de araştırma teknikleri “transkripsiyon” önerilerine uymayan özel transkripsyonlar denenmiştir. Özetle metodun yararından daha çok başka bir alanın yöntem uygulaması taklit edilmiştir. Müzikoloji bölümlerinin kurulduğu 1975’ten bugüne kadar yapılan metin yayınlarında “transkripsiyon” uygulaması görülmektedir. Ancak metin yayınlarında“transkripsiyon” metot taklidi müzikoloji alanına hemen hemen hiç bir faydası olmamış, aksine müzikologları iki misli güç ve zaman kaybetmelerine sebep olmuştur. Ayrıca bu yayınlardan hiç biri edebiyatçıların takdirine mazhar olmamıştır, farklı bir alanın çalışmaları gözüyle bakılmıştır.
Türk müzikolojisinin başka bir bilim alanını körü körüne taklit etmesinin ortaya çıkardığı sorunlar müzikoloji adına defalarca dile getirildiği halde, edebiyatçılar taklit edilmeye devam edilmiştir. Oysa müzikolojinin bir metinden beklediği ile ile edebiyatçıların beklediği sonuçlar farklıdır. Bu ikisi farklı iki bilim alanıdır. Ortak noktaları olsa da, farklı iki bilim alanıdır. Birinin metodu diğeri için “angarya”dır; “imla problemi” gibi, “transkripsiyon” gibi. Daha önce yazdığım gibi müzikoloji “transkripsiyon” metodundan uzaklaşmalıdır.
Ne imla problemi ne de transkripsiyon Türk Müzikolojisinin bir problemi değildir. Bir kelimenin imlasını öğrenmek istiyorsak, Türkiye’de Türkçecileri temsil eden Türk Dili Kurumu vardır, onun yayınladığı güncel Türkçe sözlükleri vardır. Bize kelimelerin imlası hakkında bir fikir verir. Türk Dil Kurmunun sözlüğünde “musiki”ile “müzik”in aynı anlamda kullandıldığını yazar. Şapkanın nerede olup olmayacağına karar verilmiştir, belirtir; hatta bugün verdiği kararı yarın değiştirebilir. Ama ne olursa olsun bu bir müzikoloji problemi değildir. Yazarın tercihleri olabilir. Hem “TDK” hem de “müzik, musiki” konusunda başka gerekçelerin olduğunu da biliyorum, ama dedim ya bu satırlar müzikoloji alanı adına yazıldığı için, bugünkü şartlarda imlayı müzikoloji problemi olarak görmüyorum; müzikoloji adına imla ile uğraşılmasını da “abesle iştigal” olarak değerlendiriyorum. Şapkacılara olduğu kadar, şapkasız yazanlara da saygı duyuyorum. Resmi yazı dilini tutturmak zor iş, ama bu zor işi uygulamaya çalışmak bir akademik çalışmada görülmesini istemek danışmanların hakkıdır; akademisyenlerin yapması gereken bir iştir.
Buraya kadar Türk Edebiyatının Türkiye’de Müzikolojiyi etkileyen iki olumsuz yönünü dile getirdim.
Peki, edebiyat bilimi,müzikolojiyi hep olumsuz mu etkilemiştir? Edebiyat alanı müzikolojiyle ne kadar yakındır? Edebiyat biliminin müzikolojiyi yakından ilgilendirmesi aslında çok eski devirlerden bugüne kadar süregelen birbirine yakın iki alan olmasından kaynaklanmaktadır. Her ikisi de “güzel sanat” olarak değerlendirildiği için ortak noktaları, birbirlerini etkilemeleri bir hayli fazladır. Müzikte sözler, güfteler; müzikte ika, ölçü, ritim, usul aynı zamanda Türk edebiyatının da beslendiği edebi estetik değerlerdir. Kindi ve Farabi’nin anlattığı “ika” birimleri hem edebi hem de müzik adına ortak değerlerden biridir. Aralarındaki fark zamanla ifade edilmeye çalışılmıştır. Ortak noktalardan söz etmeye başlarsak söz uzar.
Haftaya Müzikolojide yeni bir metot, “biyometri analizi” nasıl uygulanabilir? Saygılarımla. Recep USLU