2018 yılı başlarında “müzik felsefesi”nden biraz dem vurmuştuk, birkaç yazı yazmıştık. Bu yazıda da bir Düalizm ve Deizm üzerine bir müzik felsefesi denemesi yapmaya çalışacağım.
Türk Musikisi öğrencisi, daha lisedeyken Türk Musikisi Nazariyatındaki açıkları öğreniyor. Dolayısı ile kafası karışıyor. Uyanık lise öğrencileri nazariyat sisteminin açıklarını hemen yanındaki İTÜ TMDK Akademisyeninden daha iyi biliyor. Ne çıkar bundan?
Türkiye hem Batı müziği, hem de kendi müziğini yaşatmak zorunda. Düalizm. Vitrinde Batı müziği, piyasada Batı-Doğu karışımı bir müzik (Düalizm), TRT gibi resmi kurumlarda da TSM-THM var (Düalizm).
Batı müziği öğrencisi eğitimin başlarından sonuna kadar tek tip müzik eğitimi görüyor, kuralları belli. Bu bir çeşit monoteist yaklaşım, gerekli olan da bu değil mi? Harvard müzik sözlüğün de bunun karşılığı “Appreciation”, yani kişiye/öğrenciye müzik zevki kazandırma, müzik beğenisi kazandırma eğitimidir. Tek tip müzik zevki üzerine kuruludur: Temel müzik, Batı Sanat Müziği. Burada amaç “Sanat” zevki değil, Batı Sanat Müziği’dir.
Türk Musikisi öğrencisi gördüğü eğitim sonunda Düalist oluyor, yani ikilem içinde, kurallardan bazılarının belirsiz olmasından kaynaklandığını iddia edenler var. Müzisyen sanatını meslek olduğu için yapıyor, yapmağa çalışıyor. İçinde düalizmi yaşayarak, bilerek. Biraz ustalaşınca fark etmiyor, hem Batı hem de Doğu müziği yapabiliyor. Bu Deizm.
Türk müziği için ise canım bir kenarda dursun muamelesi yapılır, çünkü siyasiler olsun mu/olmasın mı gibi ikilem yani bir Düalizm içindeler. Bir kısmı için ise müzik tartışması ve politikası gereksiz bir “iş”tir derler (dikkat müzik tarihinin Sistemciler Döneminde sanatın ustaca müzik formunun eski adı “amel” kelimesi “iş” anlamına gelmektedir; Klasik Türk Musikisi Döneminde “kâr”a yani yine iş anlamına gelen bir başka kelimenin kullanıldığı müzik biçimine dönüşmüştür), bu da farklı bir Deizm.
Bu durumda ortadaki sorun müzik eğitimi nereye, hangi müziğe dayalı olmalı? Elbette Batı müziğine. Yıllardır böyle mi? Böyle. Bu durumda göklere çıkarılacak bir Türk Sanat Müziğinden söz edilebilir mi?
İyi bir müzik icracısı için Batı müziği, Doğu müziği fark etmez, kısa bir adaptasyon/alışma/alıştırma sürecinden sonra o da Düalizmden kurtulur, deist olur.
Aksoy’un aktardığına göre Kemençeci Nihat Doğu, “neyzenleri bir çalgıcı olarak görmez, ney üfleyen birinde iç alem zenginliği olduğuna inanırmış” (Aksoy, “Nihat Doğu’nun Ardından”, musikidergisi.com, 26 Mayıs 2018 yazısı). Bu anlayışa göre çalgıcı neyzen Düalist ama usta neyzen bunu aşmış bir Deist olmalı.
Öyleyse sonuç, bütün müzikler güzeldir. İstediğim ve sevdiğim müziği dinlerim. İşte bu da müzikte Deizm. Hiçbir müziğe taraftar değil ama her tür müziğe taraftar görünüp, kafanızın estiğine kulak veriyorsunuz. Sözlerin önemi yok, müzik türünün önemi yok, sizin ritminize ve moodunuza uyumlu olsun yeter. Bugün cazdan, yarın sazdan, öbür gün sanattan dinliyorsunuz. İşte size bir başka deizm. Böyle bir durumda müzikologda deist olmak durumunda kalmaz mı? Yani Deist olmayan müzikolog sayılmaz mı?
Müzikte Deizme ontolojik olarak da bakmak mümkündür. Yani müzik sestir. Ses ise bir titreşim olayıdır. O halde madde vardır, maddenin titreşimi vardır, ama ses diye bir varlık yoktur. Ses, yani müzik diye bir şey yoktur. Ses diye bir varlık yoktur, hareket eden bir cismin varlığı vardır. İşte size müziği inkar eden bir Deizm. İşte size bir mantık önermesi.
Siz hangi taraftasınız?
Düalist mi, Deist mi?..