Bana müzikoloji koku tarihiyle uğraşmalı mı diye sorsalar, hayır derim. Koku ve müzikoloji ne alaka? Müzikolojinin tanımını yaparken, müzik bilimidir, müziği araştıran bilimdir demez miyiz? Müzikoloji ve koku!!! Belki bir ilgisi vardır diye yine de koku için kullanılan kelimelere bakalım: iyi koku, güzel koku, pis koku, kötü koku, koku bombası, kokulu maddeler, oliban, esans, parfüm, tütsü, smell, odor. Haaa bir de buhur var.
Buhur, tütsü demektir. Tütsü için kullanılan maddelere de buhur denir. “Buhur” kelimesinin aslı “bahur” olup “tütmek” anlamına gelir, kelime Türkçede ses uyumuna uygunluğu sebebi olarak buhur diye yaygınlaşmıştır. Şimdilerde parfüm, esans denilmesi gibi.
Buhur güzel kokusu için yakılır. Bu sebeple hemen hemen pek çok toplumda tütsü yakmak âdeti vardır. Tütsü yakmağa “buhurlamak, tütsülemek” fiilleri kullanılırken, buhur kokusuna tutulan bir nesneye “buhurlu, tütsülenmiş, tütsülü” denirdi. Buhur yakmak için özel kaplar imal edilirdi. Bunların sigara tablası gibi basit olanları veya ayaklı ve taşınabilir modelleri vardı. Hemen hemen her dinde kullanılır. Buhur satanlara buhurcu veya Buhuri denirdi.
Buhur yakılan kaplara buhurdan, buhurdanlık, buhurluk veya tütsü kabı denirdi. Buhurluklar daha basit yapıda iken buhurdanlık bir imalat ürünü idi. Buhurdanlıkların çeşitli modelleri vardı. Türk buhurdanlıkları ayaklar üzerinde geniş tabla/ sahan biçiminde olup, üzerinde dumanın çıkması için delikli veya kafesli kapakları olurdu. Kapaklar ya yukarı doğru sivri veya kubbe şeklinde olurdu. Gümüş veya tombaktan yapılırdı. Eski Şam veya Yemenden İstanbul’a gelen buhurdanlıklar gümüş savatlarla İstanbul’da işlenirdi. Çin buhurdanlıkları porselen veya bronzdan yapılırdı. Arap modelleri ise kandil biçiminde ve zincirle asılacak şekilde olurdu. Avrupa’da da asilzadelerin evinde buhurdanlıklar olurdu. Louis XVI’nın sarayında olduğu gibi (ML, 2, 624).
Buhur, İstanbul gibi şehirlerde bütün dinlerin ibadet yerlerinde kullanıldığı için bir endüstri maddesiydi. Parfüm yani kimyasal yolla elde edilen kokulardan önce buhurun imal edildiği, işlendiği, yan sanayi ürünlerinin merkezi doğudan batıya doğru bir yol izlerdi. Avrupa’da 1727’den itibaren kolonyanın imali ile değişen süreç günümüzde parfüm imal eden ülkelere, yani buhur endüstrisinin merkezi Doğudan Batıya kayarak coğrafi değişiklik göstermiştir.
Buhurcu veya Buhuri denilen kişiler neler alır satardı: bergamut esansı, buhurumeryem, fülfül yağı, galliye, gül, gülibrişim, günlük ağacı kabukları, hasılbend suyu, ıtır, ıtırşahi, kakule yağı, karanfil, laden, misk göbeği (top gibi yuvarlatılmış haline şemame denirdi), öd-i maverdi, ödağacı, pelesenk, sandal, sedir, sığla, sümbül, tarçın, tefarik yağı, yasemin suyu, zambak (bk. Abdülaziz Bey, Osmanlı Merasimleri; Y. Sağır, Valide Turhan Sultan Muhallefatı). Camilere koku, ünlü kişilere koku, halka koku satmak, koku çeşitleri yakılan kokular, sürülen kokular, taşınan kokular gibi ayırmak mümkün iken, Osmanlıda “buhurcular” tütsü yaparlar, bunları Cami, Kilise, Tekke gibi mekanlarda havayı güzel kokularla temizlemek için kullanırlardı; “güllabcılar” aslında gülsuyu yapıp satarlardı ama diğer çiçeklerden çıkarılan buhur suları da yapar, çoğunlukla Eminönünde (daha sonra Mısır Çarşısının çıkış kapılarında) satarlardı; “ıtriyatçılar” ise çiçek yağlarından koku elde ederler ve taze olarak satarlardı, “amber satıcılar” bunlar Hindistan’dan getirilen amber satarlardı. Daha henüz kimyasal kokular icat edilmemişti. 1703’lerde ilk ünlenen Osmanlı esans karışımı olan “Buhur Suyu”nun formülü 1708’de Çamaşıcı Yusuf Ağa’nın defterinde kaydedilmiş. Enderun’un seferli odasında, Hırka-i Saadet törenleri için Ramazan’da hazırlanırmış.
Bütün bu güzel koku ile uğraşan esnaf gurupları ahilik teşkilatına bağlıydı, birbirlerini kontrol eder ve kendi içlerinde eğitim yaparlardı. Haksız kazanç elde edenlerin dükkanları kapatılırdı (Ayşe Altıntaş, Osmanlıda ilaç İmal Edenler, online). Evliya Çelebi sadece buhurcuların 25 esnaf olduğunu yazar. Bu sayıya 35 amberci, 41 gül sucu esnaf ekler ki toplam güzel koku ile uğraşan esnaf sayısı 101 olur. Bu bilgi bize 1638-40’larda İstanbul güzel koku esnafını vermektedir. Yani bu bilginin sebebi IV. Murad Bağdat seferine çıkmadan önce bütün İstanbul esnafını Alay Köşküne çıkaracağını söylemesiyle ortaya çıkan esnafları ve anılan pek çok esnaflar arasında buhurcular vardı.
Aktarcı ve güzel koku esnafının yerleştirildiği Mısır Çarşısı, Yenicami ile birlikte hizmete açılmıştı ve Valideçarşısı, Yenikapı çarşısı ve 18. Yy ortalarından itibaren Mısır çarşısı denmiştir. Mısır çarşısı ve Yenicami açılışı 1664 yılında gerçekleştiği zaman 100 dükkanın yarısı aktarcılara verilmişti, bunlar arasında özel olarak buhurcu anılmamakta ise de varlıkları ihtimal dahilindedir. Osmanlıda dükkan açmak “gedik” denilen bir düzene bağlıydı (Volkan Yaşar Berber, online). Limon Kolonyası gibi kokular 1727’li yıllarda icat edilmişse de 1900 Yılına değin Osmanlıya girmemiş. Kokular çeşm-i bülbül, tombak gibi parfüm şişelerinde satılırdı. Buhurcuların bazıları külliyelerde görevli olabiliyordu. Örneğin Süleymaniye külliyesinde 750 kişi çalışıyordu bazısı buhurcu idi. Bunların gelirlerini ya devlet veya vakıf ödüyordu. Şair tezkirelerinde şairlerin meslekleri arasında buhurcu olanlara da rastlanmaktadır (bk. H. Tolasa, Tezkirelere Göre 16. yy. da Edebiyat, İzmir 1983, s. 83-123).
Tarih eleştirmenleri Osmanlılarda bu koku merakı ve esnafını “Koku medeniyeti, Koku tedavisi, Koku terapistleri” gibi adlandırmalar yapıyorlar. “Hoş kokular insana genel bir iyilik hissettirerek koruyucu hekimlikte de faydalı olabilmektedir. Elbette hayat bazen insana hayal kırıklığı, hüzün, endişe veya ümitsizlik hissettirebilir. Ama arada yaşanan hoşluklar ruh halinin gittikçe kötüleşmesine engel olarak kişinin kendisini toparlamasına yardımcı olur” (bk. B. T. Ergül, online).
Buhurciyan şeklinde saray defterlerinde maaş aldıkları belirtilen bir sınıf vardı, 17. Yüzyıl ehl-I hıref defterinde 9 kişi olduğu tespit edilmiştir (Pelin Bozcu, Osmanlı Sarayında Sanatçı ve Zanaatçı Teşkilatı, uzmanlık tezi, 2010, s. 76). 1703 yılında Kanuni ve Haseki Sultan türbelerinde 30 kişi görevliydi ve maaşlı buhurcular vardı (H. Işık, Bir Kamu Hizmeti Birimi Olarak Vakıfların Osmanlı Toplum Yaşamındaki Rolü, Akademik Bakış dergisi, sy. 16, 2009, s.7).
Türkçede kullanılan “Itır veya Itr, hoş ve güzel koku veya güzel kokulu şey” demektir, buradan hareketle “Itri” ise “güzel kokulu” demektir. Latincesi “pelargonium graveolens” olan “Itır çiçeği” ve “latyrus odoratus” da denen “ıtırşahi veya kokulu bezelye” var. “Geranium oil” de denilen Itır cinsi bitkilerden elde edilen, “herbal koku veren yağ” da var. Bu kokunun Amerikalı gençlerde çok görülen “anksiyete” bozukluğuna iyi geldiğini yazan bir hayli İngilizce herbal web-sayfalar var (Kokunun hastalıklara iyi geldiği yönüne işaret etmektedir, Koku terapistleri haklı galiba; Sağlık Bakanlığına duyurulur). Tezhip sanatında kullanılan ve ıtır çiçeğinin yapraklarını temsil eden “ıtri” denen bir de yaprak deseni var. Fakat müzikolojide Itri denilince bir kişi akla gelir.
Şimdi asıl konumuza dönebiliriz.
Itri’nin babası ne iş yapardı?
Itri’nin babası “buhurcu” idi, bu sebeple oğlu Mustafa ilk bestelerinde “Buhurizade” veya “Buhurcuoğlu” diye ünlenmiştir. Babasının emekçi sınıfından olduğu Mustafa Itri’ye “Buhurcuoğlu” denmesinden bellidir. Bu yaklaşım bize bazı araştırmalarda iddia edildiği gibi (Mustafa Buhurizade Panoraması, 2015) “Itri, varlıklı bir aileden geliyor” olduğu fikrini yeniden düşünmeye sevketmelidir. Çünkü varlıklı bir aile fikri aynı aileden birden fazla kişinin tanınması gibi bir olguyu da çağrıştırmaktadır, oysa Müstakimzade gibi bir soy uzmanı kitabında “Buhurizade” deyince sadece bir kişiyi yazmaktadır.
Itri, saraya girdikten sonra ona “Buhurizade” denmeğe başlanmasına rağmen, bazen geldiği kökeni hatırlatmak ister gibi “Buhurcuoğlu” denilse de, Itri verdiği bazı dilekçelere “Mustafa Çelebi” imzasını atmıştır. Şimdi biz bestelerine hem Buhurizade hem Itri, şiirlerine sadece Itri, dilekçelerine Mustafa Çelebi yazan bu meşhur kişiyi müzik tarihimizde nasıl anmalıyız?
Babası “Buhurcu”, hem imalatçı hem de satıcı mıydı yoksa sadece satıcı mıydı? Problemine eğileceksek, imalatçı olduğuna işaret eden bir bilgiye rastlanmamıştır. İmalatçı olması için dükkan sahibi olmalıdır, buhurcu esnafından olmalıdır. Dolayısıyla sadece satıcı olmasından söz edilebilir. Mustafa Itri Buhurizade’nin saraya girmeden önceki hayatında imal edilmiş “buhur” satan yerler genellikle Eminönü civarında idi. Yenicami’nin inşasına başlanmış ama tamamlanmamıştı, aktarcılar ve kokucu esnaflarının yerleştirildiği Mısır Çarşısı henüz yapılmamıştı. Dolayısıyla Itri’nin babası buradaki imalat ve esnaftan aldığı buhurları Saray aristokratlarının geldiği cami civarında satmağa çalışıyordu. Yani Itri’nin babası bir buhur imalatçısı değil, bir satıcı idi. Yenicami tamamlanmamış olsa da temel atıldığı için geçici bir ibadet yeri vardı. Burada imamlık yapan Küçük İmam olarak meşhur Mehmet Hoca’yı bu sebeple tanıyordu. Kendisi eğitim görmemiş olsa da eğitimlilere bir meyli vardı. Oğlu Mustafa’nın aslında bu kanalla saraya girebileceğini tahmin etmiş olsa da, asıl amacı onun iyi bir eğitim görmesi idi.
Itri’nin astrolojiyle ilgisinden sonra kaleme aldığımız bu yazıda aydınlatmaya çalıştığımız babasının buhurculukla ilgisi, onu “Itri” yapmış olabilir mi bilmiyoruz ama her halde çoğu insan gibi güzel kokuyu sevdiği için “Itri” mahlasını seçti diyebiliriz. Elbet bunun başka sebepleri de vardır.
Bu kadar koku yeter mi, burnumuzun ucundaki müzikolojik gerçek için. Hayır diyenlere ve kitap kokusunu sevenlere Vedat Ozan’ın Kokular Kitabı’nı tavsiye ederim, hem de 2 cilt. Belki “disiplinlerararası müzikoloji” çalışmak isteyenler için bir çalışmaya ilham olabilir. Ne gibi? Kokulu veya Itrî müzik terapi gibi.
Kokuyla ilgili bende izlenim bırakan bir de fıkra: Padişahın biri sormuş: “en güzel koku hangisidir?” Bir “dânâ” cevap vermiş: “taze ekmek kokusudur”.
Merak, Itri, 1676’da daha 43 yaşlarında iken, saraydan çerağ edilmeyi düşünürken neden buhurculukla yani kokuyla ilgili bir mesleği seçmedi de ailesinde hiç olmayan “esir ticareti” ile ilgili bir mesleği seçti?