Türkiye'deki 23 adet üniversitede (22 idi, Batman eklendi, 23 oldu) eğitimi verilen müzikolojinin, müzikoloji eğitiminin -zorunlular dışında titr çıkarsız olarak bırakın araştırmayı, yarım sayfa yazı bile yazmayan- müzikolog olmayan kişiler tarafından yürütülmesi, yönetilmesinden dolayıdır ki, el yordamı yöntemiyle bugünlere gelmiş olup, fayda oranı neredeyse sıfıra yakın düzeydedir.
Türkiye'deki müzikoloji bölümlerini ve tabii ki burada yetişmiş müzikologların %95'ni neredeyse hiçbir kurum ve kişi ciddiye almaz. Fikirlerini bile sormaz.
Bunda Türkiye'de araştırmaya, bilime değer verilmemesinin, bilincine varılmamasının etkisi yok mudur, tabii ki vardır.
35 yıldan bu yana, yani ilk müzikoloji bölümünde yetişmiş, yetiştiği üniversitede çalışmış, o zamandan bu yana zorunlu olmadığı halde müzikoloji mesleğinin içinde olan, parasız sempozyumların (paralıların değil) çoğuna bildiri ile katılmış, 10 yıldır tamamen kendi çabalarıyla Musiki Dergisi'ni yaşatan, birçok müzik insanımıza faydalı olan müzik uğraşanının yıllar birikimi, gözlemi sonucudur bu söylemler.
Bilinmektedir ki artık sempozyumlara para vererek katılınıyor. Yani bir anlamda birçok emek, para harcayacaksınız, sonra elde ettiğiniz sonuçları para vererek sunacaksınız.
Sevgili Türkiye müzikoloji uğraşanları, mantık bunun neresinde?..
Davetli konuşmacılar kısmını dikkate alan zaten yok. Çünkü orada da ahbab-çavuş ilişkisi yürüyor.
Tıp, mühendislik vs gibi araştırma sonuçları para getiren meslek dallarında davetli olmayan katılımcılara sempozyum/kongrelerin paralı olması normal. Çünkü paraya dönüşen bilgiler sözkonusu. Onlar sempozyum kongre vs de öğrendikleri gelişmeleri müşterilerine misliyle satıyorlar.
Ya müzikologlar öyle mi ya?
Hala davet ettiği katılımcısına yol parası vermekten imtina eden müzikoloji etkinlikleri ve yöneticileri çıkıyor. Araştırma görevlilerine aratıyor, davet ediyorlar. Sonra baş kişiyi arayınca "olur mu hocam, hemen karşılıyoruz" bağlama diyalogları…
Davet edilmeye değer gördüklerine dahi "ama yol parası verirsen gelebilirsin" diyebilen yönetici kişiler var.
Bunlar ki kağıt üstünde müzikolog yetiştiriyorlar.
"Altı kaval, üstü şişhane"lere müzikolog dr, doç, prof. titrleri dağıtıyorlar.
Tanık olmuş, Erdoğan Sürat'in Nida Tüfekçi'nin kürsüdeyken üzerine yürüdüğü-yakasından sarstığı; Ercüment Berker'den Ruhi Ayangil'e birçok değerimizin bulunduğu Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal Müzik Sempozyumu'na (1982) öğrenci olarak, 1985'de ise İTÜ TMDK II.Türk Musikisi Sempozyumu'na bildiri ile katılımından bu yana onlarca sempozyumda bildiri sunmuştuk.
O katıldığımız sempozyum, kongre vs toplantılarda sunulan bildirilerin, bilimsel çalışmaların uygulamaya dönüşen sonuçları?..
Bunları, o yılları görmüş, değerlendirmiş bir kişi olarak görüyoruz ki, o sempozyum/kongrelerde ifade edilen problemlerin hayat tanıklığımızda olan 30 yılında %10'u bile çözülmüş olmadığının şahidiyiz.
Okutulanlardan değil, okuduklarımızdan gördüğümüz kadarıyla öncesi de var.
O da 50 yıl…
O zamanlar sempozyumlara para verilmezdi. Aksine kaşe ücreti alınırdı. Kimsenin de titr çıkarı için bildiri sunma zorunluluğu yoktu.
Ya şimdi?..
Titr hırslılarının parasını üniversite, dolayısıyla devlete ödettirdikleri, ödettiremeyenlerin katılamadıkları, titr hırsında daha da hırslananların ceplerinden ödedikleri; o paralı sempozyum düzenleyicilerinin de parayı verebilecek buldukları her kişiyi bildirisiyle kabul ettikleri bir sistem geliştirildi. Hatta konuyu yayın ücreti konusunda (900TL'den 300TL'ye inenlere herkes en az iki kez tanık olmuştur) pazarlık boyutuna getirip, tecimleştiren tacir dernek vb kurumlar, hakemli dergiler ortaya çıktı.
Artık işin "cılkının çıktığını" o düzenleyenler de -gerekli çıkarları sağladıktan sonra- görmeye başladılar.
Müthiş komedi.
Aslında herkes görüyor. Dile getiriyor.
Ya "Bach'ın veya Itri'nin donunun rengi konusunda araştırma yapmış olmak" benzeri koşullu adrese teslim kadrolu öğretim üye alımının yayınlandığı gazete ilanlarına ne demeli?
. . .
Yeter artık bu el yordamı müzikologlarından Türk müzikolojisinin çektikleri.
. . .
Bizde ne özelde, ne de devlette hiçbir kadrosu olmayan, o müzikoloji bölümleri yöneticilerinin mezunlarına kadro sağlamak için hiçbir çaba sarfetmedikleri gözlenen müzikoloji mesleği sözde eğitimcileri titr kazanımı uğruna sempozyumları paralı hale getirmiş, alanında uzmanların katılımını engellemiş, nitelikli araştırmaların adeta önünü kesmiştir.
Öğrencilerinin ve mesleklerinin geleceğini planlama konusu görgü alanlarına bile girmemiştir.
Açın, bakın müzikoloji bölümü müfredat programlarını.
Görün… (Müzikoloji Bölümleri Çalıştayı -2014 - İTÜ TMDK Yayını)
Müzikoloji sınavlarında öğrenci adayının müzikolojik yeterliğinin şimdiye değin ölçülemediği hala görülememektedir.
Eskiden konservatuarlar titrli hoca bulunamadığı için müzik dışından titrli birine yönettirilirdi. Yani bir anlamda çobanlık gibi bir şey. O zaman hiç olmazsa o kişi meslek dışından olduğunun bilincindeydi.
Şimdi daha kötüsü oldu.
Bugün herşeyi bildiğini sananlar yönetiyor.
Bilmediğini sonradan öğrendiği her uygulaması için köşeye çekilip bırakın kendisiyle yüzleşmeyi, yüzü bile kızarmıyor.
O müzikolog geçinen yöneticiler hemen her yerde ahkam kesiyorlar. Bugüne işlevsel fayda bağını kuramadıkları, şâşâlı şâşâlı anlatıp, hava sattıkları eskinin müzik kuramı kitapları içeriği hakkında hiçbir faydasını aktaramadıkları lak lak lakırdılar ediyorlar ama bugünün bir nota yazımı, GTM, makam müziği, monografi, çalgı gelişimi vs. vs. kavram kargaşaları (ana çözümden geçtik) sorununu bırakın çözmeyi, kendi önerdiklerini dahi uygulayamıyorlar.
Boş işlerle "millet işte görsün" mantığı temelinde zaman geçirmekle günlerini savıyorlar. Bu savma başarılarının(!), onların koltuk sürelerinin uzamasını sağladığının bilincindeler.
Titr çıkarı için yazdıklarını kimse okumasın diye büyük bir çaba sarfediyor, yazılarını adeta gizliyorlar.
Bugünün müzik hayatının satır aralarını gelecek kuşaklara bırakacak hiçbir aktif yazı yazmıyorlar.
Bırakın yazmayı, gocunmuyorlar bile o bilince ulaşmamışlar.
Neredeyse engelliyecekler.
. . .
Herhalde ismi bu kadar ciddi olup da içi bu kadar boş yönetici ve hoca ile doldurulmuş bir meslek alanı daha yoktur.
Ayhan SARI