Müzikoloji kavramı -reel manada- 20.yy ikinci yarısından sonra Türkiye müzik literatürüne girmeye başlamış, müzikolog kelimesi Rauf Yekta’dan, Hüseyin Saadettin Arel’e ve bu alanın akademik manada kurucusu Gültekin Oransay’a ve bu alanda eser üretmiş bulunan birçok müzik insanımıza yakıştırılmıştır. Bu yakıştırmanın haklılık derecesi ise yakıştırmayı yapanların müzikbilim anlayışları seviyesiyle doğru orantılı olmuştur. Kelime içeriğini kavrayamamış müzikle ilgili eli kalem tutan insanlarımızın bu kelimeyi orda-burda / öyle-böyle / olur-olmaz durumda-yerde kullandıkları görülmüştür. Bunun yanında ilk akademik müzikoloji bölümü mezunlarına müzikolog demekten özenle imtina etmişler, müzikolog mesleki titrini -arkeoloji bölümünü bitirene arkeolog dedikleri halde vs.- ilgili bölüm mezunlarına yakıştıramamışlardır.
On yıllardır yaşadık, tanık olduk.
Müzikoloji kavramı, yeniydi, anlaşılamıyordu, zamanla anlaşılacaktı. Öyle düşündük, beklentisi içinde olduk.
Müzikoloji/müzikolog “kelimesi” aslında çoğu müzik uğraşanına ve çevresine -o çok karşılaştığımız, anlıyamadığını kabul eden cahilane davranış şekliyle- havalı geldi.
Kimi medya cahilleri de, bir kaç tane müzik yazısı yazmış müzik insanlarına müzikolog titrini yakıştırarak buna çanak tuttular. Bilinçli/bilinçsiz bu kavram kargaşasını körüklediler.
Kimi müzisyenler ise kendi alanında lisans üstü diploma alma imkanı bulamadığı için müzikoloji bölümlerinden mezuniyet belgesi! alarak titr süreçlerine merdiven yaptılar.
Bu da yetmedi, olur olmaz kişiler kelimenin “ihtişamına!” kapılarak rektörü görgüsüz taşra üniversitelerinde müzikoloji bölümleri kurmaya başladılar.
Müzikoloji, Türkiye’de bir kelimenin –tıpkı- yabancı dilde söylendiğinde anlaşılmadığı için daha çok takdir görülmesi/görüleceği yanlışında olduğu gibi, şaşalı bir kelime, müziğin de üstünde bir kavram olarak algılanmaya başlandı.
Bu durum ilk TMD konservatuarının kuruluşunda yer alan öğretim elemanlarının (sanat değil) “akademik yetersizliklerinin” de etkisiyle müzikoloji kavramını ona-buna-kendilerine yakıştırmalarıyla kendini gösterdi. Çevrelerini/öğrencilerini bu şekilde etki altında bıraktılar.
Müzikoloji kavramı önü alınamaz bir kirlenme ile karşı karşıya kaldı.
Kirlendi.
1983 sonrasında konservatuarların üniversitelere bağlanması, gerek müzikoloji gerek müzik sanatı açısından tam bir yıkım olmuştu. Sanat üniversite ile barışamadı. Müziğin bilim ile barışması elzem "müziğin bilimi" bölümlerinde ne GTM tarihi yazmaları Osmanlıca’dan günümüz Türkçesine çevirildi ne de GTM ses sisteminin mantıklı bir fiziksel hesaplaması/açıklaması yapıldı. Hamasi efsanevi anlatılar bilimsel veri olarak kabul edildi. O, ondan bu şundan alıntılayarak yanlışı birbirlerine virüs gibi yaydılar.
On yıllar boyunca düzenlenen müzik sempozyumları, birilerine titr ayağı olmaktan başka bir işe yaramadı. Bu satırların yazarına göre (2020’de) 40 yıl geçmesine rağmen hala aynı konular bir o kulaktan, bir bu kulaktan tekrarlanır oldu.
"Sempozyumyarın hakemli dergilerin paralısı olmaz" dediğimizde kimse oralı olmadı. Çünkü işlerine öyle geliyor, parayı bastıran sempozyumlarda bildiri sunuyor, yazısını dergide yayınlatıyordu. Bunda en büyük sorumlu YÖK bugünlerde henüz uyanmaya başladı. Peki bu yağmacı sempozyum ve dergilerle doçent, profesör olanlar ne olacaktı?
Kimse sesini çıkarmadı, çıkaranlar da “çıkıntı” şeklinde addedilerek dışlandı. Hatta meslek hayatlarıyla, “ekmekleriyle” oynandı.
1983 sonrasında konservatuarların üniversitelere bağlanmasıyla spesifik manada ilk TM sempozyumları da düzenlenir olmuştu.
İlk spesifik müzik sempozyumlarından biri olarak addebileceğimiz Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenmiş 1. Türk Musikisi Sempozyumu’na (1981) hocamız ve bölüm başkanımız Gültekin Oransay’ın seçtiği birkaç öğrenciden biri olarak katılmıştım.
Bir öğrenci iken katıldığım o ilk sempozyumda ne oldu dersiniz?
Erdoğan Sürat diye kanun da çalan bir tıp adamı GTM yönünü ön plana çıkararak ev sahipliği yaptığı sempozyumda, sunumunda söylediklerinden ötürü Nida Tüfekçi’nin -kürsüde- üzerine yürüyerek, yakasına yapıştı, dövmeye kalktı. Salon karıştı. Arkasını söylememe gerek yok. Sempozyum 2. gününde iptal edildi.
Türk musikisi tarihinde katılımcı konuşmacıların şiddet içeren kavgası nedeniyle iptal edilen ilk sempozyum da böylece tarihteki yerini almış oldu.
O sempozyumda dönemin aktif müzik insanlarından kimler yoktu ki: Gültekin Oransay, Ercüment Berker, Cahit Atasoy, Nida Tüfekçi, Erol Deran, Ali Şenozan, Yavuz Top, Ruhi Ayangil ve daha birçok dönemin ünlü müzik insanı.
O zamanlar sempozyumlarda “boy” gösteren üç grup vardı. TMDK’cılar, müzik öğretmenleri ve biz yani Gültekin Oransay ile çevresindeki ilk akademik müzikbilimciler. Batı müziği konservatuarları henüz boy gösteremiyorlardı ama orda burda Türk müzikçilerini küçük görmekle meşguldüler.
Yani Türk müzikçiler, batı müzikçiler (devlet konservatuarları & eğitim fak. müzik bölümleri) ve müzikbilimciler birbirleriyle didişip duruyorlardı.
* * *
Türkiye'deki müzikoloji mesleğinin ülkemize faydası var mıdır?
40 yıldır Türkiye akademik müzikbilim hayatının içindeyim.
Müzik fiziği mastürbasyonları, halk müziği derlememezlikleri okullardaki ismi büyük, içeriği cılız yüksek lisans/doktora dersleri gibi sonuçları hemen alınamayan, alındıktan sonra ise iş işten geçmiş olan bir akademik müzik dünyasında süregelen müzikbilim çalışmalarının ne halka, ne de devletin diğer yan kurumlarına olumlu, geliştirici bir katkısı olmadı.
Bugün artık daha net görebiliyoruz.
Türk musikisi hayatında hep bir hamaset söylemi olmuştur. Bilimsel açıdan yoksun olanlar bu eksikliklerini hamasi söylemleriyle örtmeye çalıştılar yıllar boyu. “Türk musikisinin büyük bir derya” olduğu, içini bir türlü dolduramadıkları (örneğin Itri, örneğin ses sistemi, makam yapıları, perdeler, nota yazımı ve okuyuşundaki fark vb) konuları temcit pilavı gibi eskilerin 15. Sınıf kopyası veya o eskileri sağ eliyle değil de sol eliyle göstermek gibi kandırmacalar üzerine oturtarak yaptılar.
O "eskiler" ki “mış gibi” yaparak statükolarını sürdürdüler, hiçbir katkıda da bulunmadılar.
Üretmediler, "millet işte görsün" sığ çalışmaların dışında ne metod, ne kitap yazdılar. Çalışmadılar. Yazdırmadılar. O zamanların 1980'lerin etkin Türk ve (onların deyimiyle) Batı müziği uğraşanlarının yazdıkları metod, kitap sayısı kaçtır? Orana vurulur ise % 0.0'ı biraz geçer. Evet yanlış okumadınız. % 0.0'ı...
Ne müziğe, ne de toplumun müzik anlayışına bir fayda sağlayamadılar.
Bugün yazanların büyük çoğunluğunun çalışmalarını, parasını ceplerinden vererek yayınlattıklarını görüyoruz. Tanık oluyoruz. Parası olmayanın çalışması ise yayınlanmıyor.
Çünkü yayıncı o kitabı satamıyor.
Çünkü o kitabı satın alma alışkanlığı müzikoloji bölümlerinde edindirilmiyor. Bırakınız öğrenciyi, müzikoloji öğretim üye ve görevlilerinin kaç tanesinin arşivi bulunuyor? Bulunanların ise kaçta kaçının arşivi gerçek arşiv, kaçta kaçının PDF ve JPEG?..
* * *
Yüzlerce mezun işsiz müzikolog olmasına rağmen ve ne özel, ne de devletteki hiçbir kurumda müzikolog adı altında kadro bulunmamaktadır.
Müzikoloji bölümleri; mezunlarının işsizliğine, işe yaramamazlıklarına sessiz kalmaktadır. Onlar ki hep “öğrenciyi biz alalım da mezun olduktan sonra ne çıkarsa bahtımıza” anlayışı içinde oldular.
Böyle bir anlayış önü alınamaz sonuçları da beraberinde getirdi. Müzikoloji mesleğini adeta uçuruma yuvarladılar.
Neredeyse pıtrak gibi açılan müzikoloji bölümlerinin işlevlerinin sorgulanması bugün adeta bir zorunluluk haline gelmiştir.
Müzikoloji ne işe yarar?
Sorgulanmalıdır.
Bu soru yeni bir çalışma alanını gerekli kılmıştır.
İşlevsel Müzikoloji - Functional Musicology.
Bir zamanlar 20.yy ilk yarısında kullanışlı müzik diye çevirebileceğimiz “Gebrauchsmusik” vardı ki Paul Hindemith’in öncülük ettiği “fonksiyonel-işlevsel müzik” şeklinde karşımıza çıkmıştı. Kolayca paylaşılıverecek bir müziğe ihtiyaç olduğu düşüncesinden hareketle ortaya çıkmıştı. Heinrich Besseler bu tür yararlı müziğin sanatsal olmasa da sosyal açıdan üstün olduğunu söylüyordu. Asıl amaç müziğin geniş kitleler tarafından öğrenilmesi ve birlikte tekrar edilebilmesiydi.
Biz bu yazımızda açılmaya devam eden Müzikoloji bölümlerine bir mesaj vermek, yeni bir lisansüstü çalışma alanının ihtiyacına dikkat çekmek istedik.
Bu alanın adı “İşlevsel Müzikoloji”dir.
İhtiyaç son 50 yıldır müzikoloji eğitiminin gerek TM gerekse toplum müziği açısından bir işe yaramaması, kısır döngüye girmesi üzerine çıkmıştır.
Türkiye’de müzik, hemen hiçbir uğraşanını memnun etmeyen bir alan haline geldi. Pandemi döneminin 8 aylık döneminde müzisyenlik mesleği büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kaldı. “Telif Hakları” sisteminin yerleşememiş olması, müzik meslek grupları tarafından adaletsiz para dağılımı ve müzisyenlerin geleceğinin güvence altına alınamaması müzik camiası açısından büyük bir sorun. Bu sorunun çözümünün alt yapısının hazırlanamamış, uygun, taraflar arasında anlaşma sağlayacak çözüm metni müzikolojinin işlevsellik alanına girmektedir. Yazılamamıştır. Müzisyenler bu alanda kendilerine yardımcı olacak, olması gerekli müzikoloji mesleğinin-müzikologların farkına varmadılar. İkisi de birbirleriyle olan mesleki ilişkiden işlevden bihaber durumdadırlar.
THM’in etkin kimi uğraşanları hala anonimlik kargaşasının üzerine yatmakta, bundan da rahatsız olmamakla, büyük bir adaletsizliğe kol kanat germektedirler ki konu yine işlevsel müzikolojinin çalışma sahasına girmektedir. Anonim türkülerimizin parasal kaymağını Avrupa’da, Amerika’da bazı müzik tröstlerinin yemekte olduğu yeni yeni görülmektedir.
Halk türkülerinin unutulması toplumsal kültür açısından farkına varılmayan büyük bir sorundur. Birçok üniversitenin alanı müzik olmayan halk edebiyatı, halkbilim, folklor bölümleri, çıktıkları alan araştırmalarında karşılaştıkları türküleri derleyememekte, oracıkta bırakmaktadırlar. Aynı şekilde Edebiyat Fakülteleri ve Devlet Arşivlerinde Osmanlı belgelerini günümüz alfabesine ve Türkçesine çevirmekle görevli araştırmacılar çalışmaları sırasında Türk müziği ile ilgili konuları gördükleri halde kendilerine bu konuda bir çalışma alanı belirtilmediğinden, gördüklerini tespit etmeden geçmektedirler.
Müzisyenin çalgısındaki perdeler ile kuram içindeki perdelerin adeta çatışmasına on yıllar boyunca neden izin verilmiştir?
Türk müziği başta nota yazısı olmak üzere neden dünya müziği ile entegre bir hale getirilememektedir?
Türkiye’de Müzikoloji yönlendirilmeye ihtiyaç duymaktadır.
* * *
İşlevsel müzikoloji yeni bir alandır.
Her ülkenin kendine özgü bir müzikolojisi vardır. Hala müziğin fiziksel hesaplamalarını çözememiş şekilde tartışmak, ütopya gibi göstermek o kişiyi/kişileri yükseltici değil, aşağılayıcı bir davranış biçimine gerekli kılar.
Üniversitelerin topluma faydalı olmaları ilkesi, Türkiye'deki müzikoloji bölümleri tarafından gözardı edilmektedir.
* * *
İşlevsel müzikoloji ayrıntıları geliyor.
Göreceğiz. Tartışacağız.
* * *
Müzikoloji artık işler hale gelecek.
“İşlevsel müzikoloji” müzikoloji kavramına yeni bir boyut bakış açısı getirecek.
______________________________
Dr. Ayhan Sarı - 07 Kasım 2020