Bugünlerde akademisyenlere yeni bir uygulamaya başlandı: Akademik Teşvik, 2015’te çıkarılan yönetmelik ile 2016 Ocak ayında uygulamaya konuldu.
Akademisyenler olarak sevindirici bir uygulama.
Akademisyenlere getirisi ve teşviki olan bir uygulama.
Yani bu yönetmeliğe göre patent aldınız, proje yaptınız ve bitirdiniz, makale yazdınız (özgün, teknik not, yorum, vaka takdimi, editöre mektup, özet, kitap kritiği-eleştiri-tanıtım, araştırma notu, bilirkişi raporu yayınlanmış), kitap yazdınız (araştırma, bilimsel, ders kitabı, ansiklopedi maddesi, tercüme), tebliğ-bildiri sundunuz (tam, özet, poster, davetli konuşmacı metni yayınlanmış veya yayınlanmamış veya kabul edilmiş), editörlük (dergi, kitap, çeviri), yayın hakemliği (dergi veya bildiri kitabı), sanatsal faaliyetler (kayıt, sergi) gibi akademik faaliyetlerden birini yaptınız, ertesi sene "yoksisin" ilgili sayfasına girip bildiride bulunuyorsunuz, puan alıyorsunuz ve maaşınıza teşvik pirimi olarak ekleniyor.
Bu güzel bir uygulama. Tam akademik teşvik uygulaması.
Benim gibi “yazar-kolik” olan akademisyenler için çok güzel bir uygulama.
Uygulamanın “yazar-kolik” olan akademisyenlere yansıması, eğer bir aksilik olmazsa, gayet iyi olacağa benziyor.
Konunun iki taraflı yönü var. İlki akademisyenlerin bunu suistimal etmemesi ve doğru beyanda bulunmaları, ikincisi “yok”ün bu kriterleri bir gözden geçirmesi, seneye daha uygun kriterler getirmesi.
Bizim bu uygulamadan memnun olmamamız için bir sebep yok gibi görünüyor.
Uygulamanın zor tarafı ilgili formu doldurmak, çünkü bazı istenenlerin çok yönlü düşünüldüğünde ne istendiği net anlaşılmıyor, yönetmelik de bunun için yeterli gelmiyor.
Formda istenenlerin en zor kısmı ise “atıf” kısmı.
Müzikolojinin, fen bilimleri gibi bir “atıf” havuzu var mı? Bildiğim kadarı ile yok. Pek çok sosyal alanın böyle bir atıf havuzu yok. Hadi bakalım ne hatırlayabildiysek, online sitelerde nelere rastlayabildiysek. Olduğu kadar. Ama ya hiç bulunmazsa. Anlaşılan bu “atıf” işinin önceden düşünülüp, her yayına bakılması gerekiyordu, hatta yetmiyor, her çıkan yayının satın alınması gerekiyor. Yoksa atıflarınızı takip edemezsiniz. Peki atıfları tespit etmek, onların kaydını tutmak bir akademisyene angarya değil mi...
Öyle bir iki atıf durumu kurtarmıyor, en az 10-15 civarında atıf almanız gerekiyor.
Yine de güzel bir uygulama, teşvik edici.
Kitap yayınınız varsa ve bu uluslararası ise iyi puan alıyorsunuz. Ulusal ise puan nerdeyse yarı yarıya düşüyor (çünkü Türkçe uluslararası dil kabul edilmiyor). Fakat her sene en az “iki-üç kitap” yazmanız gerekiyor. Yoksa 30 puan alamazsınız. Bu kriter biraz yüksek değil mi? Yani bir insan 100 sayfayı geçen bir ulusal kitap yazmışsa 15, 200 sayfayı geçen bir ulusal kitap yazmışsa 30 puan almasını gerektiren bir ölçü gerekirken, bir kitap yazıyorsunuz ama 30 puan almanıza yetmiyor, yayından 30 puan almanız için bir yılda en az dört kitap yazmanız gerekiyor, bunu bir daha düşünmek lazım. Bazı ölçütlerin yeniden gözden geçirileceğini tahmin ediyorum.
Unvanınıza göre de puanlarınız değişebiliyor.
Bütün bu teşvik programının aslına bakarsanız gecikmiş bir akademik teşvik uygulaması olduğunu söyleyebilirim, en az on yıl gecikmiş diyebilirim.
Yine de güzel bir uygulama, bu uygulamayı düşünen, olgunlaştıran ve uygulayan siyasileri, ilgili mekanizmayı tebrik ediyorum.
Eskiden bazı üst makamlardan “proje yapın” dediklerini ve ödenek isteyenlere ise “maaş veriyoruz ya” diyenleri hatırlıyorum, maaş ve proje ödeneğini birbirleri yerine kullananları hatırlıyorum, artık bunları hatırlamaya gerek yok. Akademik yarış zamanı.
Şimdi bir başka gecikmiş akademik teşvike dikkat çekmek istiyorum.
Bir akademisyenin en önemli teşviği hak ettiği unvanı almasıdır. Yani akademik unvanlar bellidir, bunlar Dr., Yrd.Doç, Doç., Prof. gibi unvanlardır. Bu unvanların hak edenlere zamanında verilmesi hem devlet hem de akademisyenin ve hem de bilimin sağlığı açısından önemli olduğu kadar devletin sağlıklı işlediğini de gösterir. Mesela bir insan “Doç.” unvanı alabilir ama “Doç.” unvanı taşımayı hak edecek tecrübesi yeterli olmayabilir, devlet ne yapıyor, hemen kendi tedbirini alıyor ve “Doç.” maaşını memuriyette 15 yılını doldurmamış kişilere vermiyor. Bu bence bir açıdan güzel bir uygulama. Akademik ve bilimsel meratibe önem veren bir uygulama, bu uygulamanın akademik ve bilimsel tarafı ise bilim adamlarına düşüyor.
Diğer taraftan alanında Yrd. Doç.Dr. ünvanı aldıktan sonra alanına katkı sağlayan onlarca kitap, 50’den fazla makale ve yazı yayınlamış, projeler yapmış, 15 yıldır “Yrd. Doç.” unvanı taşıyan akademisyenler var. Bunlar arasında hak etmiş kişilere “Doçent” unvanı verilmesini engelleyen tek uygulama “Yabancı dil” kuralı. Bir açıdan kötü bir uygulama ama düzeltilemez değil. Bu yeniden düzenlenebilir, düzeltilebilir. Mesela iki tür “doçent” unvanı vermek veya yabancı dil not barajını 50’ye çekmek, emekliliğine beş yıl kalmış olmak gibi gerekçelerle. Bu son önerimi Cumhurbaşkanlığına da yazdım.
Akademisyenlere en önemli teşvik yollarından biri olan bu unvan yolunun açılması, bilginin, bilim adamının, teşvikin millileşmesidir. Bilimde bağımsızlığın temelidir. Yani on beş yılını “Yrd. Doç.”ların önünü açıp, sadece yabancı dil sebebiyle bekleyen gösterdikleri akademik performans ile “Doç.” unvanı hak etmiş akademisyenlere bir “Milli Doçent” unvanı verilmesi gerekir, bunun düzenlemesi zor olmasa gerekir. Sanırım bunun vakti geldi de geçiyor.
Defalarca yazıldı, sözü uzatmaya gerek yok, “Demokrasilerde çare tükenmez”i öğrenmiş bir toplumuz.
Recep USLU