Bilimlerin bilim olduklarını kendi jargonları belirler. Yani bilimlerin özel terimleri vardır ve bu terimler sözlük anlamlarıyla anlaşılması halinde yanlış sonuçlara götürür. Bilimlerin jargonlarını makalesinde doğru ve yerinde kullanmak o yazının bilimsel kalitesini yükseltir. Bu terimleri herkes doğru anlamayabilir ama eğitimli-kamu-oyunun doğru anlaması önemlidir. Dolayısıyla müzikolojinin bir jargonu vardır. Her konudan anlamak müzikoloğun işi değildir. Bu bir zirvedir ama bulunduğunuz toplantıda bilmediğiniz bir konuyu dikkatle dinleyip, bilenleri tasdik etmek, bilenlere saygı duymaktır, yoksa saygısızlık yapmakta bir seçenektir, ancak bu seçenek “saygısız”lıktır, erdem değildir.
Şimdi siz müzikologlar, bu soru size? Bizim yörenin ifadesiyle “yarın bürün” bu durum sizin başınıza da gelebilir, bu fikre hazırlıklı olun.
Bazı tartışmalara bakıyorum, TV, youtube, web gibi sosyal media iletişim alanlarında boy gösteren tartışmalar. Mesela TV’ye iki kişi çıkıyor, A pek çok makale yazmış, B şahsının görüşlerini eleştirmek, yıkmak, çürütmek üzere; B şahsı bunları hiç okumamış, az okumuş veya çoğu yerini anlamamış hala A’nın fikirlerine karşı doğaçlama fikir üretmeye, karşı çıkmaya, çürütmeye çalışıyor. A’nın yazılarıyla çürüttüğü fikirleri ileri sürüyor.
1. A bütün yazdıklarını en iyi en özet şekilde yeniden anlatması gerekiyor, B itiraz ediyor, çok konuşuyo, sıra bana gelmiyor diye. Ben bu yazıları okumadım deyip izzeti ikbal için ayrılması gerekirken, bana söz hakkı tanımadınız, sözümü kesiyorsunuz vs gibi sözlerle baskın çıkmaya kalkıyor. Eğer program yapımcısının da amacı buysa sözüm ona paneli idare edecek olan moderatörle birlikte A’yı gömmeye çalışıyorlar.
2. Yani eğer A şahsı, hatip değil, konuşkan bir model değilse, konuşurken kem küm etse yandı. Birden bire cahil olacak, yazdığı onca şey çöpe atılacak. Bu mu yani? Bilim adamları müzikologlar için bunlar örnek olamaz. Çünkü bilim, bilgiyi disipline etmek değil mi? Yazılanlar okunup anlaşılmadan disipline edilebilinir mi? Sorgulanabilinir mi? Eleştirilebilinir mi?
Geçenlerde bir makale okuyorum, Ömer Hayyam hakkında verip veriştiriyor. Özetle, Ömer Hayyam’ın doğu kültüründe unutulmuş bir kişi iken, Batılıların 19. Yüzyıl ortalarından itibaren göğe çıkardıkları ve onu İslam’ı yıkmak için kullandıklarından söz ediyordu. Bu görüşünde haklı da olabilir ama onu aşağılamaya hakkı var mı? Üstelik yazıdan anladığım kadarıyla “aşağılama” kendi fikri de değil, yazıda adlarını verdiği bazı yazarların etkisinde kalarak, sebepleri verilmeksizin aşağılanıyor. Bilimsel bir yazı kategorisinde yayınlanmamış olsa dikkate almayacaktım.
Oysa Ömer Hayyam ne diyor, kendi şiirlerinden bakalım. Elbette bir insanı değerlendirirken kendi yazdıklarından hareketle hayattaki “doğru yol” veya hayat felsefesinden başlamak gerekir. İşte bir rubaisi:
Kimi dinde imanda buldu yolu/ Kimi akıl, bilim yolunu tuttu/ Derken ses geldi karanlıklardan/ Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu! (Bu şiiri rubaileri arasında bulayım dersen eğer, şiir çevirilerinde farklı girişler/kelimeler olabiliyor, “Kimi dinde imanda yolunu buldu” gibi, ama rubai çevirileri aşağı yukarı aynı anlama geliyor. Fakat bazı rubaileri bazı çevirilerde bulunamayabiliyor. Çoğu araştırma rubailerin kaynaklarını da vermiyor, bu da bir başka problem).
Şimdi bu rubaiyi okuyan ve diğerleriyle birleştiren kişi Ömer Hayyam “zındık”tır der, belki öyledir belki de değildir, acele karar vermemek ve araştırmak lazım, bir de şu rubaisine bakalım:
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma/ Çıkma kendinden dışarı, serseri olma/ Kendi içine sefer et erenler gibi/ Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.
Şimdi bu rubaide açıkça bir “kendini bil, içe yolculuk, nefis terbiyesi” prensibine dikkat çekmektedir. Bu prensip ise sufilerin temel prensibidir. O zaman diğer rubailerindeki şarap, şarap testisi, şarap içmek, ölüm, sevgili, aşk, meşk, dünya vs. gibi anlatımların hepsinin birer metafor olduğunun anlaşılması (Hafız Şirazi, Baki vs şiirlerinde öyle değil midir?) gerekmez mi? Kendisi gerçekten de içiyor olsa bile, hayat prensibi “iç yolculuk” üzerine kuruludur. Şiirleri bu görüşlerini anlatmak için kullanmıştır. Elbette kendisini tanımıyoruz, nasıl bir hayat yaşadığını bilmiyoruz. Şiirlerine bakarsak her gün içmiş, devamlı sarhoş gezmiş, alkolik adamın biri. Fakat gerçekte öyle mi? Rus bilimci Ömer Hayyam için “reenkarnasyoncu”dur demiş. Bazıları “Cebriyeci”dir diğer bir ifadeyle “Kaderci”dir, yani kaderin insanı zorlayıcı olduğuna inanıyor demişler. Öldükten sonra dirilmeye inanmıyor demişler. Başkalarının söyledikleriyle hareket edebilirsiniz, iyi ve güzel olduktan sonra, ama ya kötü ise, dikkatli olmak lazım, acele karar vermemek lazım.
Yukardaki hayat felsefesini özetleyen “doğru yol” teriminin geçtiği iki şiiri var ve onlar da burada verilen rubailerden ibaret. Bulabildiğim kadarı ile.
Edebiyat dünyasındaki değerlendirmelere bakalım. Çünkü şiir yazmış ve şiirleri edebi tenkit gerektirir. Özetle bir kısmı “Rubai/Dörtlük denince akla Ömer Hayyam gelir, müthiş şiirleri, metaforları var, filozof ve aydın biri” diye değerlendirirken; bir kısmı “Rubai sanatı içinde sıkışıp kalmış, sınırlı kelimeler kullanmış, hep aynı metaforları kullanmış kısır ama ara sıra parlak metaforların görüldüğü sıradan bir şairdir” şeklinde değerlendirir.
İşin dini boyutuna girmiyoruz, zaten yukarda andığımız “zındık” kelimesi en azından bir kısmının değerlendirmesini ifade etmektedir, diğer kısmı ise “Evet, rubailerinde şarabı, sevgiliyi, eğlenceyi aşırı övmek suretiyle yanlış anlaşılmalara sebep olan şiirleri var, kitaplarındaki fikirleri ve yaşantısı da öyle olabilir, ama bugünden geriye doğru baktığımızda gerçekten bilmiyoruz, ona dini açıdan zındık demek aşırıya kaçmak olur, çünkü en azından şimdilik kendisini savunamayacak durumdadır, onu yargılamanın bir anlamı yoktur”. Yazılarına bakarak karar vermek de her zaman kolay değildir. Yazı yaşayan ve ölen bir olgudur. Yani sizin bugün söylediğinizin yüzlerce yıl sonra doğru anlaşılması için “dil bilgisi” diye bir ders icat edildi, buna rağmen düzgün anlaşılmadığınız olmuyor mu? Dolayısıyla onun ne olduğunu yazdıklarıyla hükmetmek yeterli olmadığı gibi ayrıca onun gibi yazan onlarca sufi var. Yani onlarca şiirinde “şarap iç” demiş olabilir ama “doğru yol, iç dünyanda çıkacağın yoldur” diyorsa bu sufiliğin temel prensibidir.
Yazılan her şeyde mantık arayanlar için ise “şarapla yıkayın beni” demiş, cenazesi şarapla yıkanmış mı? “Şarapta hiç tehlike yok” demiş, mantıklı mı? Gerçekten şarapta tehlike yok mu? “Var ama kendimi alamıyorum, onun büyüsü beni çekiyor” durumu başka bir şey. İnsani ve toplumsal gerçekleri şairler unutsa bile biz unutmamalıyız. Kişileri yanlışlarından dolayı anmamaya kalkarsak, Aristo’yu bile anmamalıyız.
1122 yılında ölen Ömer Hayyam’ın Müzikoloji başlığı ile ne ilgisi var? Aslında tıpkı Taşköprülüzade sempozyumunda sunduğum bildiri gibi, yıllar önce Ömer Hayyam’ın müzik tarihindeki yerini belirlemiştim. Evet şiirlerinde kullandığı aruzla müzikal bir dil kullanmıştır. Rubai, Arap-Fars edebiyatında ya da Türk edebiyatında ve müziğinde ortak bir biçim olan “Mani”ler gibi, “Şarkı”lar gibi dörtlüktür. Abdülkadir Meragi’nin kitabında geçen “dübeyt” ve “koşuk” kelimeleri de dörtlük anlamındadır. Elbette bu dörtlüklerin aralarında beyit/dize/mısra sayısı aynı olsa da bazı biçim farklılıkları olduğundan söz edilir. Hem edebi hem müzikal.
Ömer Hayyam’ın, içinde bulunduğumuz müzik tarihinin, paleografi dönemindeki yeri müzikle ilgili bir küçük kitapçık veya bölüm yazmasında yatmaktadır. Müzikoloji tarihindeki en önemli yeri “Kavl ala ecnas ellezi bil-erbaa” (: Dörtlü cinsler hakkında söz) adını taşıyan bu eseri dolayısıyladır. Rubaiye bu kadar çok önem vermesinin sebebi de “dörtleme”ye verdiği önem olabilir. Bu eserinde müzikteki “dört müzik sesinden/perdeden/tondan oluşan yarım oktavlık akor” hakkında bilgi vermektedir. Bu prensip özellikle sazların tel düzenlerinde, Eski Yunan’dan beri bilinen en eski temel prensiplerden biridir. Hayyam’ın katkısı, 1100 yıllarında yaşayan müzisyenlere veya müzik teorisyenlerine bu konuyu açıkladıktan sonra hesap yoluyla 21 çeşit dörtlü dizi elde etmesindedir. Eserin yazması aslında 3 varaktan (toplam 6 sayfadan) ibarettir. Farsçaya serbest çevirisi yapılmış, Türkçeye henüz çevrilmemiştir. Müzik tarihi paleografik dönemin önemli kaynaklarından biridir.
Müzikologlar size yeni bir konu daha çıktı. Şimdi bu konuyu çalışan birinin tez jürisine bu konulardan anlamayan birini koyarsanız, “söylediklerinden bir şey anlamıyorum” deme şansı ne kadardır? Tıpkı TV şovları gibi.