Yeni bir kitap yayınlandı: Rauf Yekta’nın Musiki Antikaları.
Rauf Yekta’nın Türk müzikolojisindeki yerini bilmeyen yok. Türk Müziği Nazariyatı, Türk Müziği Tarihi, Türk Müziği Kahramanlarının Biyografileri yani kısaca Türk müziğinin ilk problemlerini tespit ederek onlara çözüm arayan modern Türkiye’nin ilk müzikoloğu olduğunu her kes kabul eder. Avrupa’da ansiklopediye Türk müziği maddesini ilk yazan kişidir. Hayatı boyunca biriktirdiği önemli müzik kaynaklarına yüksek meblağlar ödeyerek bir koleksiyon oluşturduğunu biliyoruz. Ancak bu güne kadar orda burada yazılanlardan bilinenler içinde günümüze kadar bu koleksiyondan nelerin kaldığını bilmiyorduk. Nihayet, ölümünden 83 yıl sonra, Atatürk Kültür Merkezi’nin yayınladığı ve Nilgün Doğrusöz Dişiaçık’ın hazırladığı Rauf Yekta’nın Musiki Antikaları (2018) adlı katalog bize kütüphanesinden kalanlar hakkında bir fikir vermektedir. Meragi’nin eserlerinden Makasıd ve Camiul-elhan’ı ilk defa Türkçe’ye tercüme ettiğini kendi yazılarından biliyorduk ama acaba elimizde bu eserler hala mevcut mu? Daha bunun gibi bir çok sorunun cevabı bu eserde.
Rauf Yekta’nın hayatını yazdığı Meragi’nin bestelerinden hiçbiri günümüze gelmemiştir kanaatini, 1926’da Tasnif ve Tespit Heyeti çalışmalarında iken değiştirdiğini biliyoruz.
Yabancı Diller Yüksekokulu Fransızca Bölümünden mezun bir devlet katibi ve ilk yazdığı makalelerden edebiyata meraklı iken sonrasında müzikle ilgilenmeye başlayan ve hayatının önemli bir kısmını Türk müziğine adayan Rauf Yekta’nın (ö. Ocak 1935) 1922’de emekli edilerek memuriyet hayatı, 1926’da Darülelhan’da okuttuğu “Türk Musikisi Nazariyatı ve Tarihi” dersinin kaldırılmasıyla öğretim hayatı bitirilir. Tasnif ve Tespit heyetinde çalışırken hastalanmış ve altmış dört yaşında vefat etmiştir. Hayatı hakkında M. Bardakçı makale, S. Erguner bir kitap yazmıştır. Ancak hala hayatıyla ilgili bazı soruların cevabı yazılmamıştır.
Müzikolojinin bir çok konusuna el atmış bir müzik adamının, Zühdü Rıza Tinel’in 1926’da yazdığı kitapta “Rauf Yekta’nın eser hakkında tenkid ve mütalaaları” başlığı altında ona bir bölüm ayırdığı halde “maat-teessür hocamız i’tizar ederek bu babda bilgileri olmadığını bildirmiştir” (Ayhan Sarı tarafından yayınlanmıştır, 2010, s. 231) notunun gösterdiği gibi bu konudaki bilgileri söylemekten niçin “i’tizar” etmiştir? Rauf Yekta’yı bundan çekinmesini sağlayan nedir? Bir küskünlük mü? Kendisine yapılan bir yanlışlık mı? Bazı yazılarında Kemençe üzerinden fikirler ortaya koymuş olmasına rağmen konu yine kemençe iken niçin “i’tizar” (özür beyan) etmiştir? Yoksa Rauf Yekta küstü mü, küstürüldü mü? Müzik tarihimizde hocasının kıymetini bilmemek, ustasına karşı saygısızlık etmek, iki yüzlülük göstermek, hocasını küstürmek örneklerine rastlamak olasıdır. Rauf Yekta’nın hakkında da neler söylendiğini, ne dedikodular yapıldığını, aynı tarafta olmalarına rağmen engelleme ve karalama yöntemleri kullanıldığını dönemin siyasi ve müzik çevresini incelemekle tahmin etmek hiç de zor değildir ama tespit hiç de kolay değil. Hiç şüphesiz bu tür davranışların günümüzde de örneklerine rastlanmaktadır.
Belki de Ayhan Sarı’nın köşesinde yayınladığı 127 yıl sene önce yazılmış olanlar onun da canını sıkmıştı. Müzik Sanatının Popülerleşme Dönemine ait bu yazı yayınlandığında Rauf Yekta o sıralarda 20 yaşında idi. Veya 1926’da Türk müziği konusuna devletin kulak tıkayıp ancak çok sonraları, 1982’de akademik olarak ele alınmasına, yani doktora tezi konusuna yapılmasına izin vereceğini sezmişti. Akan sel suyuna karşı yüzemezsiniz, kendinizi korumak zorundasınız.
Etik kelimesini ahlak ile eş anlamlı kullanırız zaman zaman. Fakat bence birbiri ile mefhum olarak farklıdır. Birisi İslam kültüründeki ahlakı, diğeri ise Batı’nın ahlak anlayışını ifade eder. Ortak noktalar vardır ama ayrılan kısımlar da vardır. Bizdeki ahlak anlayışı saygıya kadar uzanan kadir kıymet bilmeyi de içine alır. Müzikolojinin inceleme alanlarından biri de “müzik ve ahlak/etik” ilişkisi olduğunu ikinci baskısını yapan Müzikoloji ve Kaynakları (2013, İTÜ Vakfı yay) adlı çalışmamda değinmiştim. Yazmak önemlidir, ama önemini zaman zaman yitiriyor mu diye düşünüyorum. Çünkü bazı yazılanlar kendi zamanını yansıtır, sonraki kuşaklar için bir anlam ifade etmezler. Yanlış olanların yazımı çoğaldıkça doğruların yayılması zorlaşıyor. Çoğu kimse kolay varken zora ulaşmaya çalışmaz. Maalesef akademide de bu böyle. Bunu bir fıkra ile örneklendirelim.
Adamın biri “hayatın gerçeği nedir? ” sorusunun cevabını öğrenmek istiyormuş. Eski dönemde bilginin peşine gidilirdi. O şehir senin bu şehir benim seyahat edilir, bilge adamların derslerine veya sohbetlerine katılırlar ve dersi öğrendikleri zaman başka bir bilgi sahibine giderlerdi. Bu meraklı ve bilgiye aç adam bir şehre gelmiş, şehrin girişinde bir kalabalık var, yaklaşmış ve bir süre olayı anlamağa çalışmış. Bakmış ki biri, hokkabazlık ve canbazlık yapıyor, kalabalık insanlar da onu seyrediyor. Adam yoluna devam etmiş, şehirden çıkarken tarlada çalışan bir adam görmüş, durmuş. Adama “ya arkadaş, sen niye panayıra gitmedin, bütün şehir panayırda, sen burada yalnızsın, panayır her zaman gelmez, bak bu fırsatı kaçıracaksın sonra” deyince, yaşlı adam cevap vermiş “eğer gerçeğin peşinde isen yanlış yerde oyalanmayacaksın. Tıpkı yalan ve hayal gibi. Her kes yalanı ve hayali sever, onun etrafında toplanırlar, panayırda yapılanlar birer hayaldir, yalandır. Ama hayat, yalana feda edilecek derecede değersiz bir şey değildir, gerçeğin peşinde olmak gerek, gerçek ise yalnızdır, ona ulaşmak için çaba ve sabır ister. Yalan renklidir, doğru ise renksiz; yalan süslüdür, doğru ise sadedir. Süslü yalanla oyalanan kişi çıplak doğruyu kaçırır” demiş.
Eskiler boşuna dememiş “müzik sanattır, sanat gerçeğe hizmet eder” diye. İşte bu da gerçek sanatçı kimdir tartışmasını getirmez mi?
Zaman zaman belirtiyorum, bazı problemler Batı müzikolojisini ilgilendirmez, dolayısıyla bazı sorunlarımız millidir diye. İşte onlardan biri:
Yeni Sistemci Anadolu Edvarlarının kurucusu kimdi?
Meragi mi?
Haftaya...