Efendim bu sefer yazıma klişe bir sözle başlayacağım: “Kim, hangi işi yapıyorsa dosdoğru yapmalıdır”. Bu cümleyi günlük hayatımızda kullandığımız gibi birçok yazar da kullanıyor. Geçenlerde bir yazı okudum bu cümleyle başlıyor, yazı müzikle ilgili, başlık “Sözlü Türk Musikimizin Dili” (Devlet dergisi, sayı 460, Temmuz-Ağustos 2015). Bu bir eleştiri yazısı, konusu sözlü müzik eserlerinde yapılan hatalar üzerine, önemli bir birikimin sonucu olduğu ortada. Bu yazı hanendelerin ve müzikologların arşivinde bulunmalı. Yazı bu yönüyle usta ve tecrübeli, müziksever bir edebiyatçının elinden çıkmış, çok güzel gibi görünüyor, ama başladığı gibi bitiyor mu bakalım.
Yazıda aslında bir açıdan Türkçenin müdafaası yapılıyor, yanlış kullanılan veya anlamı bilinmeden yanlış telaffuz edilen kelimelerden söz ediliyor. Bir edebiyat eleştirisi gözüyle güfteler edebi eleştiriye tabi tutuluyor, yazara göre “zırvalıklardan” örnekler veriliyor ve niçin “zırvalık” olarak değerlendirildiği belirtiliyor. Yazınız çok “beliğ” bir yaklaşım sergiliyor. Çünkü bazı eleştirilerde bu kadar açık ifadelere rastlayamıyoruz. Bu arada eleştirirken “popüler müzik”ten, “sanat müziğine” örnekler birbiri ardına sıralanırken, popüler müzik ve sanat müziği ayırımı yapılmıyor.
Yazının başlığından ilk bakışta GÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı ile bir ilgisi yok gibi. Fakat yazının ikinci sayfasında “spot yazı” var ve orada yazarın yazıda dikkat çektiği bir konu spota alınmış. Demek ki yazı sadece hanendelerin söz hataları ile ilgili değil.
İkinci sayfasında yer alan “spot yazı”da dikkat çekmek istenen şey ne imiş bir bakalım, yazar şöyle diyor: “Çalıştığım Gazi Üniversitesinin Klasik Türk Müziği Konservatuvarında bile bir güfte telaffuzu, tamiri ve şerhi dersi yok; olmadı, olamadı”. Spotun devamı “sağda solda vazifeli bir iki tanıdığımla konuştum” deyince ilk akla gelen her halde bahsi geçen “vazifeliler” bu Konservatuvarda vazifeli birileri gibi anlaşılıyor, acaba öyle mi anlaşılmalı? “Ortadaki problemi görecek göz... nerededir”, “ortadaki problemi... anlayacak idrak varsa da nerededir” sorularının muhatabı kimlerdir? Bu sorulara cevabı kim verecek? Okuyucular mı? Konservatuvarlılar mı? Edebiyatçılar mı? Bütün bunlara rağmen yazarın “ümidi kestiğimden benim için artık seyir zamanı” demesine gönlümüz razı değil.
Şimdi, yazara sormak lazım. Siz bu okulda çalıştığınıza göre, aynı kampüs içinde bulunan Klasik Türk Müziği Konservatuvarı kurucu müdürü Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar ile hiç görüştünüz mü? Bilgi aldınız mı? Belki görüşemediniz ise, diğer bölüm başkanlarıyla görüştünüz mü? Bu okulda görev yapan Müzikoloji Bölüm Başkanı ile görüştünüz mü? Bu okulun derslerini incelediniz mi? “Sağda solda vazifeli bir iki tanıdık” dedikleriniz kimler? Konservatuvarla ilgileri var mı? Ciddi problemler bir-iki görüşmekle çözülebilir mi? Teşebbüs ettiniz de gerçekten ilgili kişilerden randevu alamadınız mı?
Bakın, işte tam bu noktada yazının girişindeki cümle önemli, şimdi size soruyorum söylediğiniz, inandığınız ve yazdığınız bu cümleyi kendiniz yapıyor musunuz? Ne kadar yapabiliyorsunuz?
Öncelikle yazınızda eleştirdiğiniz Gazi Üniversitesi Klasik Türk Müziği Konservatuvarında “güfte telaffuzu, tamiri ve şerhi olabilecek bir ders kuruluşundan beri var, adı: Türk Musikisinde Güfte ve Edebi Unsurlar. Üstelik 2 dönem. Üstelik birden fazla bölümlerin ders programlarında bu ders adını görebilirsiniz: Müzikoloji ve Ses Eğitimi Bölümleri. Bu arada hatırlatayım GÜ TMDK 2010 yılında kuruldu ve sizin yazınız 2015 tarihli. Bahsettiğiniz konuyu inceleyebilmek için beş yıl gibi uzun bir süreyi kullanma imkânınız vardı. Bu yıl, 2015’te, ders adlarının uzun olması bazen sıkıntı yaratıyor gerekçesiyle, dersin adı benim önerimle, okulda “Güfte İncelemeleri” şekline dönüştürüldüğünü de belirteyim.
Evet, bu konuda haksızsınız ve “Kim, bir eleştiri yapıyorsa dosdoğru kaynaklara dayanarak yapmalıdır” yoksa meydana getirilen haksız fırtınalı dalgaları önlemek kolay değil. Yanlış mı söylüyorum.
Şimdi ne olacak? Yazara düşen görev düştüğü hatalı durumdan kendini kurtaracak, bir nevi yapmış olduğu haksız itham dolayısıyla özür anlamına gelen, durumu düzelten bir yazı yazmasıdır. “Ümidi kestiğimden benim için artık seyir zamanı” demenize gönlümüz razı değil.
Haklı olduğunuz bir şey var, müzisyen müzisyendir, edebiyatçı değildir. Müzisyen hata yapabilir. Müzisyen elindekini icra eder. İcracı müzisyenlerin bunun için Müzikolog ve Edebiyatçıları dinlemesi lazım. Müzisyeni eğer doğru donelerle eğitirseniz, sorun zamanla çözülür. Fakat bu noktada başka sorular ortaya çıkıyor. Doğru done neye göre doğru? Tek elden eğitim mümkün mü? Ve saire, bu yazının amacından sapmamak için konuyu bu tarafa yönlendirmek istemiyorum.
Dikkat etmeniz gereken bir şey var. Bizim ortak zevkimiz Türk Müziği. Ülkenin kuruluşundan beri ihmal edilmiş bir Türk Müziğini yaşatmak için nice çabalar, nice fedakârlıklar yapıldığını ne çabuk unutuyoruz. Daha düne kadar, neredeyse yaklaşık 85 yıl Ankara’da bir Türk müziği konservatuvarı kurulmasının hasreti çekilirken (bu hasret ifadelerini Ercüment Berker, Yılmaz Öztuna, Alâeddin Yavaşça gibi ünlülerimizin yazılarında okuyabilirsiniz), kurulması için çaba harcayan udi ve bestekar Prof.Dr. Gülçin Yahya Kaçar’ı, onu destekleyen GÜ Rektörlüğünü, benim gibi rahatlıklarını terk ederek bu çabaya katılanları ve çiçeği burnunda akademisyenleri tebrik etmek gerekmez mi? Kuruluşunu tebrik ettik ve destekledik de, şimdi gerçek olmayan eleştirilerle sansasyon çıkarmak mı kaldı?
Yazınızın bir yerinde “Ah elime, TRT Klasik müziği repertuvar müdürlüğü bir geçse! Mevcut repertuvarın yüzde 95’ini imha için bana yeterdi” cümlenizden ne demek istediğinizi gayet iyi anlıyorum, yazının başında ve devamında yeterince açıklıyorsunuz zaten. Bu düşüncede olan bir başkası ise “bir haftaya ne hacet ben bir iki günde hallederim, imha ederim” diyebilir (bu ülkede lüzumsuz evrak diye arşiv belgeleri satıldı). Yetki verildikten sonra... Bu “imha” bir iki gün de yapılabilir, kolay olan yol bu. Asıl işimiz doğruyu yapmak, doğruyu yapmak da o kadar kolay değil. Bir iki günde olacak şey değil. O repertuvarın meydana gelmesi için ne kadar uzun yıllar çalışıldığını, emekler sarf edildiğini düşünecek olursak, önce “düzeltmek” ve sonra imha etmek lazım değil mi?
Düzeltmek dediğimiz zaman sorun başlıyor, bu o kadar da kolay değil, hem süre bakımından hem de metot olarak kolay değil. Süre bakımından yani düzeltmek için ne kadar süreye ihtiyacımız var, günler, haftalar ve yıllar. Metot olarak işte zor olan burası ve Müzikoloji bunun için var. Müzikoloji, Edebiyattan yardım alır, bu konuda şüpheniz olmasın. Nitekim ben 1976’da kurulmuş olan İTÜ TMDK’dan geliyorum. İTÜ TMDK’da nice değerli edebiyatçı üstadlarımızın ders verdiğini ben biliyorum, siz de bilirsiniz. İlk lisansüstü çalışmaların bazıları İÜ Edebiyat Fakültesi’nin değerli hocaları tarafından yönlendirilmiştir. Müzikoloji ve Kaynakları (2007) adlı çalışmamda “müzik ve edebiyat”a özel bir yer ayırdım. Ayrıca yazınızda değindiğiniz gibi, düzeltmek veya doğruyu öğretmek, ortaya çıkarmak işlemlerinin ne kadar uzun sürdüğüne ışık tutan cümleniz “yarım asır önce... Açıklamalı Klasik Türk Müziği” programları ile olduğu kadar 1976’dan beri ülkemizde var olan Türk Müziği Konservatuvarlarımızda “güfte incelemeleri, prozodi, müzik edebiyat, güfte eleştirileri, estetik” derslerimiz, farklı adlarla da olsa daima var olmuştur, var olacaktır. Ankara’nın ilk konservatuvarı Gazi Üniversitesi TMDK’nın varlığı Türk Müziğini hem yaşatmak hem de doğru icrası üzerine kuruludur. Bizim asıl amacımız, misyonumuz, vizyonumuz budur. Biz bunun için varız. Yazınızdaki belirttiğiniz “problemi görecek göz...”, “ortadaki problemi... anlayacak idrak” biziz.
Nitekim bu konuyu ilk ele alan Darülelhan Tespit ve Tasnif Heyetini hayırla anmadan geçemem. O günlerin hem siyaseten, hem iktisadi (devletin o günkü şartlarında), hem kültürel (doğu-batı çatışması) zor şartlarında beş değerli müzik insanı bir araya gelip bize klasiklerden en azından bir kısmını kaybolmaktan kurtardı. Bu çalışmayı şöyle veya böyle çok büyük takdirle karşılıyorum. Çünkü o günden sonra “tespit ve tasnif çalışması” yapılmaya çalışıldı, ama hiç biri bu dev gönüllü insanlar kadar bir araya gelip anlaşabilen insanlar olamadılar. Bugün iki insan aynı dili konuşamıyoruz. Bununla birlikte iki insanın aynı müzik dilini konuşması için mücadele eden bir kurumuz.
Ne yazık ki kendi kurumunuzda var olmağa çalışan ve sevdiğiniz Türk Müziğini yaşatmaya çalışan bu kuruma haksız ve dosdoğru olmayan yaklaşım sergilemişsiniz. Bunu kabul ediniz. Hatanızı telafi etmenizin beklenmesini doğal karşılayınız. Şimdi sıra sizde, haksızlığı “seyr etmenize” gönlümüz razı değil.
Recep USLU