Nobel Ödülü alan Aziz Sancar’ı kutluyorum. Eğer yaşasaydı Urmiyeli Safiyyüddin’e de Nobel Ödülü verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta daha da ileri gidip, her yıl vefat etmiş bir bilim adamına Nobel Barış ve Akademi ödülü verilmesini öneriyorum. Aslında Nobel konusunu açmamın sebebi ben de Nobel ödülü istiyorum, ama kim takar Türk müziği müzikoloji alanına hizmet eden bir neferi. İngiliz sömürgeciliğini savunan birine Nobel ödülü verilir, ama Türk müziğine hizmet edene verilir mi? Hele kendi ülkesinde değer verilmiyorsa.
Başlıktaki “Hayali Meşk Hikayesi”nden bir önceki yazımda bahsetmiştim. Bu da onun bir başka örneği olacak. Onun için başlıkta hem Urmevi hem de hayali meşk hikayesi yer almaktadır. Bu yazı aynı zamanda daha önce bahsettiğim Urmevi’nin makamları konusundaki yazıdır.
Safiyyüddin Urmevi’nin (ö. 1294) müzik teorisini anlatımda açtığı yöntem, Dünya Müzikoloji Tarihinde kendisini “Sistemci ekolün kurucusu” olarak kabul edilmesine sebep olmuştur. Onun bu konuda öncülük yaptığı ilk sistemli eserinin adı Kitabü’l-Edvar’dır (: Devirler Kitabı). Yaptıkları konusuna geçmeden önce kısaca hayatını hatırlamakta yarar var.
Safiyyüddin Abdülmü'min Urmevî, (ö. 1294), udi, XIII. yüzyılın en önemli nazariyecilerindendir. 1217 yılında Tebriz civarında Urmiye gölü kenarında aynı adı taşıyan kasabada doğdu. Bu bölge, bu günlerde olduğu gibi eskiden de müziğe meraklı çoğunluğu Türklerin olduğu yerleşim yerlerindendir. İlk eğitimini aldıktan sonra gençliğinde Bağdat’a gelip, eğitimini tamamlayıp yazı öğrendi. Abbasi halifesi Mustansır’ın (salt. 1226-1242) sarayına katip oldu, 17 yaşlarında. Bu sırada Abbasi halifeliği Selçuklu vassalı (Selçuklulara bağlı devlet) olmuş, Selçukluların verdikleri izin ile Abbasi sarayında da kös, davul, nakkare ve zurna kullanan askeri bir müzik takımıyla nevbet kurulmuştu. Buradan Abbasi sarayında kullanılan müziğin Orta Asya askeri müziğin etkisinde olduğu anlaşılmaktadır. Safiyyüddin, ünlü matematikçi ve ansiklopedist Meraga ve Bağdat şehirlerinin önemli müderrislerinden Nasreddin Tusi’nin tavsiyesi (Uygun, Safiyyüddin, s. 34) ile, 18 yaşlarında iken yazdığı Kitâbü'l- Edvâr (yazım 1236 Bağdat) adlı eserinde müziğin nazari bilgilerini sistemli hale getiren ilk kişi olması sebebiyle "sistemci ekolün önderi" olarak kabul edilmektedir. Yaşadığı çevre Azerbaycan ve Irak bölgesi olmuş, 1252’de Bağdat’ı yağmalayan moğol istilasında, pek çok dostunu öldürülmekten servetini harcayarak kurtarmıştır, sonra Isfahan’da Moğol emirlerinden Cüveyni ailesinin müzisyeni olmakla birlikte, Cüveyni ailesinin gözden düşmesiyle, Bağdat’a dönmüş, işlerinin kötü gitmesinin ardından borçları sebebiyle hapsedilmiş ve hapiste 77 yaşında ölmüştür.
Safiyyüddin kendisinden önceki müzik teorisyenlerinden bazılarını “kudema” yani eskiler, daha sonrakileri ise “müteahhirun” olarak anan ilk teorisyenlerden biridir. Bu terimler müzik teorisyenleri içinde eskiler ve yenileri ifade ederler.
Isfahan’da bulunduğu sırada iki çalgı yapmıştır: Nüzhe ve muğni.
Safiyyüddin Urmevi’nin yetiştirdiği öğrencileri içinde Ali Sitai en ünlüsüdür. Diğerleri Hasan Zamiri, Şemseddin Ahmed Sühreverdi, Hüsameddin Kutluboğa’dır. Bu öğrencilerden özellikle Ali Sitai’nin, Safiyyüddin’in bestelerini gelecek nesillere aktarmış olduğu güfte mecmualarından anlaşılmaktadır.
Safiyyüddin Urmevi o dönemin gözde müzik biçimlerinden tarika, savt, seba, amel, gazel, terane, kavl, nevbet-i harem formlarında besteler yaptığı anlaşılmaktadır.
Ud çalan Safiyyüddin Abdülmümin Urmevi’nin bestelerinden nevruz ve geveşt devirlerinde olanlar kendisi tarafından ebced müzik yazısıyla kaydedilmiştir, bu iki bestesi TRT sanatçısı Ersin Çelik’in yorumuyla, Selçuklu Topraklarında Müzik (2010) kitabına verilen ek CD’de seslendirilmiştir (7. ve 8. parçalar).
Safiyyüddin, müzik teorisiyle ilgili iki eser yazmıştır. İlki Kitabül-Edvar (yzm tarihi 1235 Bağdat, bazılarınca 1252) adlı eserindeki görüşlerini M. Kemal Özergin, Owen Wright incelemiş (Wright, The Modal System of Arab and Persian Music: A.D. 1250-1300, Oxford 1978), eserin tamamını M. Nuri Uygun; ikinci eseri, Kitabü’ş-Şerefiyye adlı (yazım 1267 Isfahan) eserini ise Fazlı Aslan Türkçe’ye çevirip açıklamışlardır. Bu yıl Kitabül-Edvar adlı eserin Türkçeye çevirimine biri daha katılmıştır (Safiyyüdin Urmevi, Kitabül-edvar Türkçesi, Ankara Çengi yayınları, 2016, ISBN 978-975-01583-9-1). Çeviren, girişinde “zihnime takılan bazı sorular beni, sistemci okulun bu ilk eserini yeniden çeviri yapmaya zorlamıştır” ifadesinin ardından eserin daha önce iki defa çevrildiğini de vurgular. Safiyyüddin Urmevi’nin eseri XIX. Yüzyıldan sonra “teksesli” olarak değerlendirilen en yaygın “Dünya müziği”nin ilk sistemli teorisidir. Onun Dünya müzik tarihindeki yeri uluslararası bilim adamı oluşunda yatmaktadır.
Kitabül-Edvar adlı eser, ilk defa Ahmedoğlu Şükrullah tarafından, II. Murat zamanında 1433-35 yılları civarında çevrilmiştir. Bu çeviri, günümüz anlayışıyla birebir çeviri değil, açıklamalı bir çeviridir. Eskilerin “şerh” dedikleri türden. İlk bakışta açıklamalı olması önemsiz gibi görünebilir. Bu konu iki probleme ışık tutması açısından önemlidir, birincisi: çeviriyi yapan kişi müzik biliyor mu? ikincisi: Urmevi’nin anlaşılmayan cümlelerini nasıl açıklamış olabilir?
İşte, Ahmedoğlu Şükrullah’ın da, eseri dışında neredeyse hayatı hakkında bilgilerin yetersizliği, hayatının bilinmezliği gibi sebeplerle akıllara “müzik bilip bilmediği” sorusunu getirmektedir. Müzik tarihçilerince bu şüpheli sorgu her zaman var olmuştur. Müzik bilir veya müzik bilmez diyecek her hangi bir net aktarılmış bilgiye sahip değiliz. Ancak, yapmış olduğu çeviri dikkatlice incelenirse, birebir tercüme olmamasının yanında, zaman zaman açıklamalarda bulunması, diğer tercümelere göre açıklayıcı bilgilerin olması, Ahmedoğlu’nun müzik bilgisinin varlığını bize işaret etmektedir. Neredeyse zaman zaman cümleleri Safiyyüddin’den daha açıktır. Bu açıklamalar, her ne kadar ne güfte mecmualarında ne de diğer bilgi kaynaklarında müzik bildiğine dair bir bilgi aktarılmamış olsa da Ahmedoğlu’nun müzik bilgisini sorgulamaya ihtiyaç bırakmamaktadır.
Safiyyüddin Urmevi’nin eserinde geçen makamlar, 12 edvar: uşşak, neva, buselik, rast, ırak, ısfahan, zirefkend, büzürk, zengule, rehavi, hüseyni, hicaz; 6 avaze: geveşt, gerdaniye, selmek, nevruz, maye, şehnaz; bunlar dışında 17 tabakadan (edvar) söz etmişse de Kitabu’l-edvar’da bunların isimlerini vermemiştir. Urmevi’nin anlattıklarının kıymeti, doğumundan yedi yıl önce hayatını kaybetmiş olan ansiklopedist filozof Fahreddin Razi’nin (ö. 1210) yazdığı müzik bilgileriyle kıyaslayarak daha da iyi anlaşılabilir (bk. Fahrettin Coşkuner-İdris Çakıroğlu, Current Research in Social Sciences, 2/1, 2016, s. 10-16). Urmevi, 1237 (h. 633) yılında yazdığı Kitabu’l-edvar’dan tam 30 yıl sonra, 1267 (h. 666) yılında yazdığı Kitabu’ş-Şerefiyye’de bazı ek teorik bilgilere rağmen, ismini verdiği 18 edvar sayısında bir değişiklik yapmamıştır.
Hayali meşk hikayesi 2 buradan sonra başlıyor. XV. Yüzyıl başları. Dünyanın merkezi Orta Doğu, yeni bir dünya düzenine gebe. Bir taraftan Selçuklu devletinin çöküşü, diğer taraftan Moğol akınları, ardından kabına sığmayan Timur akınları. Orta Doğu perişan, her güçlünün kendi bölgesini korumak üzere “bey” ilan ettiği bir dönem. Anadolu’da beylikler, Suriye, Irak, İran’da beylikler var ama devlet yok, her yer beylik. Bilimi ve müziği sevenleri hiç bir şey durduramamıştır.
Meragi’nin ünü Anadolu’nun en batısında Aydınoğulları’na kadar ulaşmış. Aydın’da bir genç müzisyen, ondan yararlamak istiyor. Yola çıkıyor. Yol güvenliği yokmuş, umurunda değil. O zaman kervanlardan birine takılıyor, Konya, Karaman, Kırşehir, Ankara, ve devam ederek Tebriz’e ulaşıyor. Buradan sonrası da var, hayatını yazanlarda, Bağdat’a ve Hindistan’a gittiği yönünde. Sadece müzik öğrenmek için. 1450’li yıllarda Anadolu’ya döndüğünde yükselen bir beylik Osmanlılar’ı tercih ediyor, ve Bursa’ya geliyor. Artık müzik ilmini neredeyse bitirmiş, eline aldığı sazları öttürüyor, müzik üstadlarından aktardığı nağmeler etrafındakileri büyülüyordu. Ve Osmanlı sarayında ünü duyulunca, Mehmet II’nin davetiyle Edirne’ye geçiyor. Sarayda biri ile karşılaşıyor: Abdülaziz Meragizade. Bu hiç beklemediği bir durumdu, fakat üstad bunu kolay atlatıyor. II. Murat devrinden beri sarayın önemli bir elemanı olan Abdülaziz’e babası Meragi’nin müzik eserlerinden bazılarını sunuyor ve bir noktada anlaşıyorlar, Meragi büyük üstad. Fakat dahası var. Bu Aydınlı usta, Safiyyüddin’in ve öğrencilerinin eserlerini de çok iyi biliyor. İyi bir “müzik müktesebatı/dağarı” var. Birinci yılı atlattık, ikinci yıl derken saraya biri davet ediliyor Abdülkadir Gülabi, müzisyen, II. Mehmet bu ikisini karşılaştırıyor. Ve Şemseddin Aydini, bir kez daha üstadlığını kabul ettiriyor. II. Mehmet, diğer ustayı oğlu Bayezid’in yanına gönderiyor, ona müzik eğitimi versin diye. İkinci seneyi tam atlatıyordu ki bir şey oluyor, II. Mehmet’in dayanamadığı bir olay ve Aydınlı Şemseddin kendini kurtaramıyor. Saraydan uzaklaştırılıyor. Usta müzisyen Şemseddin artık müzik dersi vererek geçinmeye çalışıyor, sarayda kendisine imkan aramaya çalışan müzisyenler yetiştiriyor. Bu arada bir kitap yazıyor: Mecmua-yı Güfte. Orada bildiği pek çok müzik eserine yer verdiği gibi Urmevi’nin eserlerine de yer veriyor. Ve bu eser ilk kez keşfedildiğinde sponsor olan İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından tıpkıbasımı yayınlanıyor. Hatta bir araştırmacı bu eserin bir başka kopyasını Mevlana Şems-i Rumi’nin kayıp bir eseri sanıyor, epey haber yapılıyor, ama diğeri o kadar ses getirmiyor.
Eseri tespit eden ve yayınlanması için çalışmalar yapan meraklı araştırmacı Urmevi’nin bestelerini ele alıyor ve bu bestelerinden bazı sonuçlar çıkarıyor. Çıkarılan sonuçlardan biri Urmevi’nin eserinde anmadığı bazı makamlarda besteler yapmış olduğunu görüyor ve bunları her halde eserlerini yazdıktan sonra icat etmiştir diye değerlendiriyor. “Safiyyüddin eserinde anmadığı bazı makamlarda bestelerinin olduğunu aktaran güfte mecmualarında olan kayıtlar”dan hareket ederek “aşiran, bestenigar, dügah, dügahacem, huzi, kuçek, muberka, muhayyer, murgek, nigar, nühüft, pençgah, saba, selmeknühüft, zavil gibi makamlarda besteleri olduğu güfte mecmualarından edinilen bilgilerdir” (bk. Uslu, Selçuklu T. Müzik) diyerek kamu oyu ile bilgisini paylaşıyor.
Fakat içine de bir kurt düşüyor, ya bunlar Urmevi’ye ait değilse. Ama araştırma ilerledikçe, benzer vakalar tespit ettikçe, anlıyor ki bu bir “Hayali Meşk Hikayesi 2”.
Durum değerlendirmesi: Urmevi 1294’te hapiste öldü, son bir kaç yıl müzik yapamadı, yaşlıydı, borçluydu. Geride bir kaç öğrenci bıraktı Ali Sitai, Hasan Zamiri vs. Bunların geride kalan yaşam süreleri tahmini zaman hesabıyla 1350’lerde bitmiş olmalı, Aydınlı Şemseddin’in yaşam süresi düşünüldüğünde yaklaşık 1420-25’lerde Tebriz, Bağdat’ta bulunmuş ve müzik eğitimi almış olduğu varsayılırsa, arada yaklaşık 75 senelik meşk/rivayet boşluğu var. Yani Aydınlı Şemseddin 1450’lerde Bursa, Edirne’de aktardığı müzik birikiminde görülen Urmevi bestelerinin 155 yıllık (1295-1450) “hayali meşk zinciri” olmak zorunda iken, o günün şartlarında bunu tespit edecek ve sorgulayacak kimse gözükmüyor.
XXI. yüzyıl araştırmacısı ne yapsın? Urmevi’nin eserinde görülmeyen makamlarda bestelerini bulmak onu heyecanlandırdı ve bulduğu bilgiyi paylaştı. Bir taraftan tarih yazmağa çalışırken kaynaklara ulaşmanın zorluğu, diğer taraftan yanlış yazılan tarihin hataları, derken “Hayali Meşk Hikayesi” tekrar karşısına çıkıyor.
Safiyyüddin’in eserinde “acem, aşiran, bayati, bestenigar, çargah, dügah, dügahacem, eviç, hisar, huzi, kuçek, kürdi, mahur, muberka, muhayyer, murgek, nigar, nühüft, pençgah, saba, segah, selmeknühüft, şuri, uzzal, zavil” makamları yoktur. Bunlardan birkaçının sadece muhtemel dizilerini vermiştir. Fakat kendisinin verdiği makam isimlerine ve bu terimleri kullandığı anlaşılan yaşadığı bölgede kullanılan terimlerin gelişine bakılırsa, bu terimlerden “yegah, çargah, dügah, segah, pençgah” gibi terimlerin bazılarını bildiği iddia edilebilir.
Maalesef bu bilgiler Urmevi’nin eserlerine dayanmamaktadır. Aydınlı Şems-i Rumi, Oxford 127-128, Derviş Mehmet güfte mecmualarının verdiği bilgilerin, Urmevi’nin ölümünden uzun süre sonra yazıldıkları için şüpheli oldukları anlaşılmaktadır. Demek ki müzik tarihinde “her zaman icraya bakılmalıdır” sözü o kadar da doğru değildir.
Hele Kanuni Süleyman zamanında yazılan bir eserde, onun kitabında adını bile anmadığı bestelerinin olması gerçeği yansıtma açısından çok daha fazla şüphelidir. Öte yandan bilinen öğrencilerinden hiç birinin öğrencisi bilinmediği gibi, Şems-i Rumi’nin mecmuasında bulunan Urmevi bestelerini kimin aktarmış olduğuna dair bir ip ucu da yoktur, hepsini Ali Sitai’nin aktardığını söylemek ne kadar doğrudur? Ali Sitai’nin de besteleri içinde “acem, bestenigar, çargah, dügah, dügahkuçek, eviç, hisar, hocest, huzi, karcığar, mahur, mahurhatayi, nevabuselik, nevaşebenkari, nigar, nigarnikacem, nikriz, nikrizsagir, nühüft, pençgah, rahatülervah, saba, sebzendersebz, segah, sünbüle, uzzal, yelgizek, zavil makamlarında bestelerinden söz edilmesi dikkatle incelenmelidir. Mesela sebzendersebz makamında bestesinin olması mümkün değildir, çünkü bunu icat ettiği söylenen Muhammed Lala’nın, Ali Sitai’den sonra yaşadığı, aslen Mısır’lı olduğu ve daha sonra Mardin Artuklularında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir.
Bu tür bilgileri aktaran güfte mecmuaları üzerinde, önce tespit çalışmaları, sonra bilgi kritik çalışmaları olmak üzere iki kere incelenmesi gerekir. Daha tespit çalışmalarında izlenmesi gereken metot bile çoğu akademisyen tarafından benimsenmemiştir. Urmevi’nin bestelerine dönecek olursak, eserindeki toplam 18 makamından sonra, güfte mecmualarına göre Urmevi ve Ali Sitainin besteleri ile makamların sayısı 45’e çıkıyor, fakat daha sonra yazılan Şirazi’nin eserinde bile 32 makam adı yer alıyor. Bu durum neredeyse Meragi’ye kadar devam ediyor, nedense Anadolu edvarlarında yazıya geçirilen makamlarda birdenbire Urmevi’nin besteleri ortaya çıkıyor. Bu mümkün değildir? Şu anki bilgilerimize göre Urmevi’nin kitaplarına bağlı kalınırsa, Urmevi’nin toplam 18 makamından söz edebiliriz, diğer makamlar ise Urmevi’nin verdiği dizilerde belki saklı kalmıştır. Bunların da ayrıca araştırılması gerekir.
Şüphesiz Urmevi’nin önderliğini yaptığı 17’li sistem hala müziğimizde ve uluslararası teksesli sanat müziğinde varlığını devam ettiren güçlü bir sistemdir. Bu sistem belki de “doğu müziğinin” en önemli, kıymeti yeterince takdir edilmemiş bir müzik sistemidir. Anlaşılan onun değerinden Alexander John Ellis’in de haberi yoktu.