Yusuf Kırşehri’nin müzik tarihimizdeki önemine rağmen hakkında bilinenler, tespit edilenler oldukça azdır.
Eseri hakkında bir kaç akademisyen arkadaşımız tez yaptı. Tez merkezinde bu çalışmaları bulmak kolay. Bunlardan ikisi basıldı. Fakat benim zihnimdeki bazı sorulara cevapları bu tezlerde bulamadığım için bu soruların tatmin edici cevaplarının neler olabileceğini araştırıyorum.
Bu sorular nelerdi?
1-Yusuf Kırşehri’nin hayatı hakkında neler söylenebilir?
2-Kırşehri’mi demeli yoksa Kırşehirli mi?
3-Gerçekten bir eseri var mıydı?
4- Eserini Farsça mı yazdı?
5- Karamanoğlu Mehmet ve II. Murat Türkçeye önem verdikleri halde eserini niçin Farsça yazdı?
6-Eserini yazdığı ileri sürülen tarihin doğruluk payı nedir?
7-Osmanlı müzik teorisyeni sayılabilir mi?
8-Eserini ilk tercüme eden kimdi?
9-Görüşlerini takip edenler oldu mu?
10-Nasıl oldu da ekol haline geldi?
Bilinenler adının Yusuf, babasının adı Nizameddin, dedesinin adı Yusuf, kendisinin ise Mevlevi ve Kırşehirli olduğundan ibarettir. Bunu kitabının tam tercümesini yapan Mehmet Hariri’den biliyoruz. Bu bilgiler yazılıdır. Buna ilave edilebilecek yeni bilgiler ise makalede yazıldığı gibi: Kırşehirde, 1360 yıllarında doğan Yusuf, babasının teşviki ile genç yaşında 1375-80’lerde Konya medresesine gitti. Orada Mevlana’nın torunlarından olan Emir Alim Çelebi (ö. 1395) vakfın gelirlerine ve giderlerine bakıyordu. Farsça ve biraz da Arapça öğrendi. Mevlevi oldu, ney çalmayı öğrendi. 1390’larda Konya’dan Kırşehir’e artık Mevlevi olarak döndü. Burada ney öğretmeye ve Mevlevi sevgisi aşılamaya çalıştı. Türkmen olmasına rağmen eserini 1410 yılında Mevlevi geleneğine bağlı olarak Farsça kaleme aldı. Eserinde Meragi’den hiç bahsetmemiş olması, sadece Urmevi’den bahsetmiş olması dikkat çekicidir. Bununla birlikte Meragi’yi de iyi bir müzisyen olarak ününü duymuş olmalıdır. Kitap yazmasındaki etkenlerden biri bu olabilir. Hayatı boyunca Kırşehir sık sık el değiştirdi. Timur’un 1402’de Ankara savaşından sonra Kırşehir Karamanoğullarına bağlandı. Biyografist ve Müzikologlarca 1410-11’de eserini yazdığı genellikle kabul edilmektedir. Yusuf Kırşehri, 1425 yıllarında Kırşehir’de öldü.
Fakat eserin yazıldığı söylenen tarih 1410 ile tercüme edildiği tarih 1469 arasında bu kitaba kimse dokunmadı mı? Net olarak bilmiyoruz. Peki nasıl oluyor da Bedr-i Dilşad’ın, Çemişkezekli Şükrullah’ın ve Hızır b. Abdullah’ın kitaplarında aynı makamlar sıralanmış, niçin farklı değiller? Bir kalıp gibi aynı makamlar nasıl olur da birbirinden habersiz insanlar tarafından aynen tekrar edilebiir? Kulaktan kulağa mı? Olsa bile makam sayısı ve sırası aynı olabilir mi? İşte burada karşılaştırmalı metin metodu devreye giriyor.
Yusuf Kırşehri ile ilgili makalemde eserin 1410 yılında yazılmış olabileceğini çeşitli açılardan değerlendirdim ve gerçekten de Bursalı Tahir’in tahminine dayanan bu tarihin iyi değerlendirilmiş bir tarih olduğunu yazdım. Eser yazıldığı sırada Kırşehir Karamanoğullarına aitti. Bu durumda Kırşehri bir taraftan Karamanoğulları müzik teorisyeni sayılabilir. Sonra eser nasıl Osmanlılara intikal etti?
Yusuf Kırşehri’nin ölümünden sonra eser, Bursa medrese veya okur yazar çevresinin eline geçti. İlk olarak Bedr-i Dilşad makamlarla ilgili kısmı manzum yani şiir olarak Türkçeye çevirdi. Verdiği müzik bilgileri tamamen kendi dönemine ait. Çevirdiği iddia edilen Kabusname ile bir ilgisi yok. Eserini 1427’de yazmış olduğu kesin. Yusuf Kırşehri’nin eserindeki makamlar kısmı Bedr-i Dilşad tarafından ilk defa Türkçe’ye tercüme edilmiş demektir.
Yusuf Kırşehri’nin verdiği makamlar bilgisine Şükrullah Çemişkezeki’nin eserinde de rastlanmakta oluşu dikkat çekmektedir. Bu eserde de makamlar aynı sırayla ve aynı sayıda. Tercüme düz metin, nesir; Bedr-i Dilşad’ın ki gibi manzum değil. Ayrıca Şükrullah’ın eserini yazdığı tarih belirsiz. Burada devreye Farsça’dan Türkçe’ye çevirdiği diğer eserlerden Kenzut-tuhaf giriyor. Hasan Kaşani’nin Kenzut-tuhaf adlı eseri Anadolu’ya ilk defa Şahruh’un elçileri ile birlikte 1434’te getiriliyor. O halde tercümesi de 1435-37 yılları arasında yapılmış demektir. Şükrullah’ın eserini yazdığı ve Kırşehri’nin edvarının makamlar kısmını tercüme ettiği veya ekolünü eserine yansıttığı tarih böylece ortaya çıkıyor: 1435. Eseri II. Murat adına yazılıyor.
Hızır b. Abdullah, II. Murat’ın etrafındaki müzisyen astronomlardan biriydi. 1441’de astronomi ve müzikle ilgili eserini yazma sebebinin padişahın ısrarı olduğunu belirtir. Hızır b. Abdullah da makamlar kısmını yazarken Kırşehri’nin eserinin izinden gitmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Nihayet 1469’da Yusuf Kırşehri’nin eserinin Türkçeye tam tercümesi yapıldı. Bu tercüme üzerine doktora, yüksek lisans tezleri yapıldı; araştırmalar yayınlandı. Diğer Orta Asya Ekolünü/Herat Müzik Ekolünü temsil eden ve XV. Yüzyıl boyunca yazılan Farsça (F) ve Arapça (A) eserler Abdülaziz Meragizade’nin yazdığı Nekavetül-edvar (F, 1451?), Fethullah Şirvani’nin Mecelle fil-musiki (A, 1452?), Anonim Kitab-ı Edvar (1476?), Mahmud Meragizade’nin Makasıdül-edvar (F, veya Mahasinül-edvar, 1481, 1518, 1521), Mehmed Ladiki’nin Zeynül-elhan (A, 1483) ve Risaletül-Fethiyye (A, 1485) arasında sadece, son zamanlardaki araştırmalardan Fethullah Şirvani’nin öğrencisi olduğu anlaşılan Mehmet Ladiki’nin eserinde her iki ekolün aralarındaki çekişmelerden biraz bahsedilmektedir. Bu eserler Herat Müzik Ekolü kurucusu Meragi’nin de içinde bulunduğu Sistemciler Ekolünü yansıtmaktadırlar. Arap.a ve Fars.a eserlere bakılırsa Hızır b. Abdullah’tan sonra Kadim teorisyenlerle (yani Meragi taraftarları veya Herat müzik ekolü) cedid teorisyenler (Yusuf Kırşehri taraftarları) arasında rekabet iyice kızışmış demektir. Yukardaki Türkçe eserler listesine neyzen Seydi’nin (1504, Türkçe manzum) ve neyzen Makami’nin (1518, A ve Türkçe karışık) eserlerini de ilave edebiliriz.
Böylece neyzen Yusuf Kırşehri’nin başlattığı müzikte meşk sistemi üzerine kurulu eğitim anlayışı, 1410’da yazdığı eserindeki makam tanımı ve usuller, nazariyat anlatım ve yazım anlayışı kendisinden sonra zamanın önemli müzik teorisyenleri tarafından takip edilen bir ekol olmuş. Bu yeni ekol etkisini Anadolu’da uzun süre devam ettirmiş ve bir önceki Sistemciler Ekolü’nün bazı temel prensiplerini devam ettirerek önüne geçmiştir.
Yalçın Tura, Sureyya Agayeva, E. Popescu-judetz sadece Anadolu’da yazılan Türkçe eserlerin diğer Farsça eserlerden farklı bir anlatımı olduğunun farkına vardılar ve genel olarak Anadolu Edvarları Ekolü terimini kullandılar, bazı müzikologlar da onları takip etti. Researcher Social Science Studies dergisinde (c.5/sy.4, 2017, s. 655 vd.) yayınlanan yeni bir makalede Yusuf Kırşehri’nin bu yeni anlatım metodunu ortaya koyan ilk kişi ve tercümelerle takip edilen bir ekol sahibi olduğu anlatılmıştır. Bu da Yusuf Kırşehri’yi müzik tarihinde Yeni Sistemci Anadolu Edvarları Ekolünün ve Döneminin kurucusu yapmaktadır.
Mevlevi eğitim yerlerinin birer konservatuvar gibi müzik merkezi olması zamanın en güzel formundan biri olan nevbet-i müretteblerin Mevlevi ayinine dönüşmesiyle, müzik teorisine yansıması ise Yusuf Kırşehri Mevlevi sayesinde olmuştur.
Dünya müzik tarihinin bilinmeyen bir yönü aydınlatılmış olsa da bugüne kadar Avrupalı müzikologlardan hiç kimsenin bu konuyu ele alan dört başı mamur bir makale yazmamış olması geçen haftaki tespitimizi desteklemektedir. Ulusal müzikolojide kendi işimizi kendimiz görmeliyiz. Konu hakkında bir makale yazılmış ise de zamanın problemlerini ve değişimi tespit açısından hakkında bir doktora tezi yapılması daha iyi olacaktır.
XVI. Yüzyıldan Kantemiroğlu’nun edvarı yazılana kadar Türkçe müzik teorisi yazılmış mıdır?
Yeni bakış açılarıyla buluşmak üzere.