Orkestra dergisinin sahibi ve viyola sanatçısı Panayot Abacı, 27 Temmuz 2015'de vefat etmiş, gazeteden öğrendim. Kendisiyle 1999 yılında yayınlanan makalemi görüşmek için bürosuna gittiğim zaman tanışmıştım. Batı müziği nazariyat eserleri konulu makalemi yayınlayıp yayınlamayacaklarını sorduğum zaman, yazıma bir göz atmış ve “iyi araştırmalara her zaman yer verebileceğini” söylemişti. Benim ilk Batı müziği konusundaki araştırmalarımdan biriydi. Orkestra dergisinde yayınlanan bu yazı, şimdi çeşitli internet sitelerine geçmiş çevrimiçi yayında yer alan bir yazıdır, telif hakkı hak getire. Ne yazık ki bu yazının devamını getiremedim. Bir kaç sayı sürmesini düşündüğüm bu yazı dizisine, okuduğum Türkiye’de yayınlanmış Batı Müziği Tarihlerinde, Türkiye’deki Batı müziği tarihi hakkında verdikleri çok az bir bilgiyi görünce karar vermiştim. Tasarladığım yazı dizisinin devamını getiremedim. Panayot Abacı'nın yardımcı olan yaklaşımına rağmen, yazının devamını yazabilmek için yardım istediğim arkadaşımın yardım etmemesiyle yazının devamını yazamamıştım. Neyse ki o günlerden bu güne yazımdan alınan ilhamlarla devamının geldiğini gördüm, başkaları bu konulara el attılar, makaleler yazdılar. En şaşırtıcı olanı da yardım istediğim kişinin bu konuda bir kitap yayınlaması oldu. Bu kitabı için nerden ilham aldı ise, bir önemi yok artık, sonuç itibariyle yazdığı kitapla müzikolojiye hizmet etmiştir, bu sevindiriciydi. Burada Panayot Abacı'nın şüphesiz benim bilmediğim daha birçok yaptığı hizmetlerini hatırlamak ve hatırlatmak ihtiyacını hissettim. Uzun yıllar yayınladığı Orkestra dergisiyle Türkiye'deki müzikolojiye hizmet etmiştir, başka ne denebilir. En azından ben bu yönüyle biliyorum.
Geçen yazımızda bütünleşik bir Konservatuvar hayalinden bahsetmiştim. Batı müziği gibi multikültürel yapı kazandırılmış olması üzerine yazmıştım. Türk-Yunan müziği için, tam da P. Abacı gibi insanların bu konuda ihtiyaç duyulabilecek kişiler olduğunu düşünüyorum.
Bugünlerde bir kitap yayınlanmış, 16. Yüzyıldan önce Türk Müziği Tarihi yoktur dermiş. Bir kaç arkadaşımdan tam da bu konuda teklif almıştım. Ne diyeyim daha kendi müzik kahramanlarımızı tanımıyoruz, nerde kaldı Türk Müziği Tarihini yazmak hayali! Bugün müziğimizin bir kahramanı, Türk müziğinin bir usta müzisyeni üzerinde biraz dedikodu yapacağım. Yok yok, Müzik tarihimiz olmadığı söylenen (!) XV. Veya XVI. Yüzyıllardan değil, XVII. Yüzyıldan bir müzik kahramanı. Bunları bugüne kadar kimler sorgulamışsa cevabını o kişiler de bilemezler, eğer araştırma yapmamışlarsa. Türk Müzik Tarihi kitabı yazanlarda da bu sorulara cevap bulamadım.
Buhurizade Mustafa Itri hakkında UNESCO'nun ilan ettiği 2012 yılı bir araştırma yapmam istenmişti, bir kaç bildiri sundum, o bildirilerin kolayca yazılamayacağı ortada idi. Çok büyük bir zorluğun içine girdim, bildiriler daha sonra bir kaç makaleye dönüştüler. Sonrasında Türk Müziği Vakfı, Kültür Bakanlığı ve Beyoğlu Belediyesi uygun görmüş bizi, o araştırmalarla “Itri Yılı Klasik Türk Musikisi Ödülleri” içinde “Yılın Müzik Yazarı” olarak ödüllendirdiler. Bu araştırmalarda iki bilinmeyen konuyu gündeme getirmiştim, 1-Itri'nin oğlu var mıydı ve o da müzisyen miydi? 2- Itri'nin tanıdığı Mevlevi Dedeleri kimlerdi?
Şimdi Buhurizade Mustafa Itri hakkındaki soruları çoğalttım. Cevaplarını bilen varsa benimle paylaşsın. Bunlardan bazı örnekler vereyim. Itri saraya hangi meslekle girdi? Neden ve niçin IV.Mehmed'e nedim seçildi? Itri mahlasını neden ve ne zaman aldı? Şiirleri hakkında yazılanlar ne kadar doğrudur? Bestekârlık hayatı kaç döneme ayrılır? Neva Kar bestesi acemilik mi yoksa ustalık dönemi bestesi midir? Ne zaman bestelenmiş olabileceği bilinebilir mi? Mevlevi'liği ne kadar doğrudur? Segah Mevlevi ayinini ne zaman bestelemiş olabilir? Itri'nin saz eserleri var mıdır? Nasıl olabilir? Yoksa neyzen miydi? İlk besteleri hangi makamlarda yapılmıştı? Makam tartışmaları içinde yeri neydi? Sultaniırak makamı onun zamanında mı ortaya çıktı? Esad Efendi niçin sesine 'ahenksiz' demişti? Günümüzdeki bestelerinden hangilerinin ulaşım zinciri sağlamdır? Meşk ile aktardığı eserler var mıdır? Bütün bu soruların cevabını yakında bulabileceğimiz veya okuyabileceğimiz ümidindeyim. Unesco'nun Itri yılı ilanından sonra Itri ile hala ilgilenenler varsa eminim onlar da bu soruları merak ediyorlardır. Bu arada cevapları kaynakları ile bilmek lazım. Fakat bu soruların cevaplarını şimdilik bilmesek bile önerebileceğim son bir şey söyleyebilirim, bugüne kadar “Itri haftası” kutlaması yapan bir kurum bilmiyorum. Bugüne kadar belirlenmiş midir? Oysa “Itri haftası” olmalı ve TMDK Konservatuvarlarında kutlanmalı gibi geliyor bana. 'Itri Salonu' ifadesi başka yerde var mı bilmiyorum ama sanırım ilk olarak Gazi Üniversitesi TMDK bu adı verdiği bir sınıfta eğitim veriyor. Ben yaptığım araştırmaya dayanarak, daha önce İsmail Baha Sürelsan'ın da benzer sonuçlarından hareketle, ölüm yıldönümüne denk gelen her yılın Ocak ayının son haftasını veya Şubat ayının ilk haftasını “Itri Haftası” olarak kutlamak gerekir diye öneriyorum.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Daha doğru dürüst bir müzik tarihimiz bile yok. Batı müziği tarihi desek nerdeyse birçok dilde Batı müziği tarihi var. Fazla kültür göz çıkarmaz diye hem de Batılıların kitaplarından çevirilerle bir kaç türde. Farklı dillerden Türkçeye çevrilmiş. Olsun olmalı da. Ama Türk müziği öyle mi? Cumhuriyet tarihinde doğru dürüst bir tane bile Türk Müziği Tarihi yok. Bir akademi öğrencisine tavsiye edebileceğimiz, bir yabancıya tavsiye edebileceğimiz, bir tane bile yok. Son Havadis gazetesinde müzik üzerine bir bibliyografya çalışması yaptı Gülcan Hacısüleymanoğlu (yüksek lisans, 2015, Gazi Univ GSE) ve babası gazetenin sahibi olan Sn. M. Barlas'la röportaj yaptı. Sn. Barlas Türkiye’de söz sahibi pek çok siyasinin Türk müziğini sevdiğini söylemiş, doğrudur. Ama hangisi Türk Müziği Tarihi yazılmasına ön ayak olmuştur. En fazla yaptıkları Yılmaz Öztuna'yı veya E.Ruhi Üngör'ü desteklemek olmuştur. Bu da bir şey ama geride bir miras olarak kalacak Türk Müziği Tarihi yok. Sevgilerini ve desteklerini bu şekilde taçlandırabilirlerdi.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Her şeyden evvel Türk müziği kaynaklarımız çok dağınık. Fransa’da, Avusturya’da, Almanya’da, İtalya’da, İngiltere’de, Rusya’da, Çin’de, Amerika’da, Yunanistan’da, İsrail’de, Mısır’da oldukları yetmiyormuş gibi bir de bu ülkelerin dillerinde yazılmış eserleri/makaleleri takip etmek hatta okuyup anlamak gerekiyor.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Kaynakları bir araya getirecek projeler yaparsınız, projeyi sunduğunuz makamları ikna etmek zorundasınız, ikna ettiniz proje kabul edildi, yetti mi? Yetmedi, çünkü prosedürü aşmak zorundasınız. Aştınız, yetti mi? Hayır yetmedi, yazışmaları yapmak zorundasınız. Sonra proforma bulmak zorundasınız, proforma almak için tüccarı ikna etmelisiniz, alım-satım prosedürünü bilmelisiniz. Bilemediniz mi, öğrenin efendim işiniz ne? Tüccardan teklifleri aldınız, ama üniversitenin istediği ölçütlerde değil, hadi bakayım yeni baştan. Prosedürleri öğrenmeye devam. Bu arada bazı fırçalar, yönetmelikleri okumuyorsunuz efendim, yönetmelikleri okuyun biraz. Akademisyenliği bırak 'proje nasıl yapılır' bürosu aç. Nitekim bu şekilde bürolar olduğunu açtıktan sonra öğrenirsiniz. Arada bir akıl verenler: Ya boş ver BAP'ı, Mevlana projesi olarak sun, olmazsa TUBİTAK projesi olarak sun. Ve bu konu böyle sonuçlanana kadar devam eder. Bu arada proje verim süresi geçerse üzülmeyin bir daha ki sürede verirsiniz, artık ustalaştınız. Kulaklarınızda bir reklam cıngılı hiç eksik olmasın: ne yaparsan yap aşk ile yap.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Doğru dürüst bir Türk müziği ansiklopedimiz, sözlüğümüz yok. Oysa neredeyse Dünya kültürüne öncülük eden Cambridge, Oxford gibi ünlü üniversitelerin Batı müziği sözlükleri veya ansiklopedileri var. Prestij için bile olsa Türkiye’de akademik kurumlardan veya resmi kurumlardan böyle bir müzik sözlüğü ortaya çıkaran yok. Küreselleşme ile bu fırsatı kaçırdık, veya kaçırıyoruz.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Metodoloji problemimiz var. Daha düne kadar güfte mecmualarını edebiyatçılar incelesin deniyordu. Müzik kaynaklarımız yayınlanırken, edebiyatçıların metodu kullanılıyordu. Bir bestekar araştırılırken nasıl bir metot izlenmelidir? Türk müziğinde analiz nasıl yapılmalıdır? (Bu konuda bir kaç kitap varsa da eleştiri gözüyle ele alınmamışlardır).
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Belki de dünyada zor bir alan. Doktorlar, sosyal bilimciler, matematikçiler, fizikçiler canları sıkıldığı zaman ilk el attıkları konulardan biri de müziktir. Müzik bilimi, icracılardan başlayarak hemen hemen her kesin fikir yürüttüğü bir alandır. Kolayca fikir yürütürsünüz. Üstelik uzmanlık alanı diye bir şey de yok. Batı müzikçisi misin, tamam tamam sakınca yok Halk müziği hakkında, olmadı TSM hakkında konuşabilirsin. Tartışma platformuna gerek yok. Uzun zamandır problemin çözümü hakkında düşünüyor muşsun ne önemi var, ortada tek bir fikir var: 'benim hoşuma gitmedi' deyince akan sular duruyor.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. En az icra kadar zor bir alan. Teori oluşturmak kolay değil. Alt yapı sağlayacaksınız. Ardından kaynakları derleyecek, onları okuyacak, belirli bir mantık, sebep sonuç ilişkisinde bir araya getirecek ve yeni bir fikir ileri süreceksiniz, yani teori oluşturacaksınız. Teori oluşturursunuz, kim takip edecek? Kim uygulayacak? Kim değerlendirecek? Bir teoriyi oluşturmak kadar uygulamak yerleştirmek, ekol halinde dönüştürmek kolay mı?
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Çünkü bir meslek birliği yok. Kendisini müzikolog hissedenlerin, müzikolojiye hizmet edenlerin bir araya geldikleri bilgişöleni, çalıştaylar olsa da kendilerini temsil edecek bir birlikleri yok. Hadi getirdiniz diyelim çeşitli müzikoloji ekollerinden olan insanları nasıl bir fikir etrafında buluşturabilirsiniz?
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Getirisi yok. Prof. Yalçın Tura’nın bu alana başvuran veya alanla ilgilenmek isteyenlere ilk söylediği sözlerden biri, “zenginsen zevkli bir alan, para umuyorsan başka alanla ilgilen” derdi. Benzer bir sözü tarih alanı lisansüstü tez yaptığım hocalarımdan da duymuştum.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Musiki Mecmuası, Orkestra, Ve Müzik gibi dergilerin devamı gelmedi, geleceği şüpheli. Bizi temsil edecek dergi sayısı da git gide azalıyor. Neyse ki çevrimiçiler çoğalmaya başladı. Rast Muzikoloji gibi. Bir de bize köşe veren bazı online gazete/dergiler.
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi ve kültürel durum nedeniyle zor bir alan. Diğer taraftan bunu avantaj haline dönüştürmek de mümkün gibi görünüyor, ama nasıl? Geçen yazımızda bahsettiğimiz Uluslararası Konservatuvar fikri bir çözüm olabilir mi?
Türkiye’de müzikoloji zor bir alan. Belki dünyada da öyledir. Çeşitli sebeplerle tarihi geçmiş fikirlerle çarpışmak zorundasınız? Çarpışmak dedim de aklıma geldi, buradaki çarpışmak aslında fiili çarpışma değil, aksine müzikoloji barış zamanı bilimlerindendir, savaşı hiç sevmez, istemez ve tavsiye etmez. En azından benim bildiğim Çağdaş Müzikoloji böyledir. Onun için bazı müzikologların 'çatışmacı' fikirlerini beğenmem.
Çağdaş Müzikoloji terimini kullandığım için ilk aldığım eleştirilerden biri 'çağdaş' kelimesi hakkında idi. Neyse ki ben 'Çağdaş'ı zamandaş anlamında kullandığımı söyleyince yumuşadılar, anlayış gösterdiler. Çağdaş Müzikolojiden ne anladığımı metodoloji ders notumun başlarında söyledim: Evrensel müzikoloji.