2017 yılında çevrilmiş Cutie Honey Tears adında bir Japon filmi. Bilimin digital hayallerinden biri olan digital insan yaratması üzerinden, iyi digital ile kötü digital arasındaki mücadele sonucunda toplum için fedakarlık yapmanın önemini anlatan bir filim. Güzel bir gençlik filmi. İnsanı film müziği ve görselleri ile yormuyor, dinlendirici ve anlamlı bir film. Malum Japonlar Hiroşima küllerinden yenilenen bir anka kuşu örneğidir. Müziğin anka kuşu kaknüsle ilgili yazı, müzik mitolojisi konusunda yazdığım ilk makalelerimden biri. Kendimize haksızlık etmeyelim Türkiye de yaralı bir anka kuşu gibi küllerinden yenilenmiştir.
İnsan, içinde yetiştiği topluma fedakarlık borçludur. Müzikoloji ve Kaynakları (2006) kitabımın başında yer alan bilim fedakarlıklarla yükselir cümlesi de buna işaret eder. Ancak daha sonrasında yazdığım bir yazıda devletin bu fedakarlıkları görmemesi, takdir etmemesi üzerine de bir yazı yazdım. Eğer bir toplumda hayatını buna adayanlar varsa onu devlet takdir etmelidir. Eleştiri ve atılan çamurlardan fedakar insanları ancak devlet koruyabilir. Adalet ve siyasi irade burada gücünü göstermelidir. Devletin koruyamadıkları ise ya yol değiştirirler, ya da pisi pisine heba olurlar.
İnsan insanın düşmanıdır. Müzik camiasında bunun çok açık örnekleri olduğu ortadadır, para kavgası, şöhret kavgası, makam kavgası yüzünden birbirlerini çekemezler. Gelenekteki uzun süreli meşk eğitiminin en güzel yanı, topluma faydalı bir sanatçı yetiştirmektir. Yani kişiye önce olgun saygılı insan olmayı öğretip sonra sanatı öğretmeyi amaçlayan uzun süreli bir eğitim modeli. Modern eğitim, kısaltılmış meşk eğitimidir. Modern eğitimde iki ya da dört yılda müzisyen yetiştirmeğe odaklanmış bir yapı var, bir çoğu hocasına saygıyı öğrenemeden okuldan mezun oluyor. En fazla dört yılda müzisyen yetiştiriyorsunuz, sonrasında yolunu kendi bulsun diye topluma bırakıyorsunuz. Toplum içine bir meslek sahibi olmuş ama ruhu aç insan salıyorsunuz. Sonrası kapitalizmin çarkları işliyor. Aç insanı harcayan bir çark. Birbirlerine düşmanlıklar, başkalarına çamur atmalar, iftira atıp engellemeler, hep benim olsun egosu, paylaşımdan daha çok menfaatçilik ön planda. Sanat muhaliftir lafları. Sonra gazetelerde bu sanat camiası böyle olmak zorunda gibisinden yazılar. İşte Batı dünyası ile doğu dünyasının medeniyet anlayışı farklarından biri daha. Müzisyenler, sanatçı olmak istiyorlarsa birbirlerine düşmanlık yapmamaları gereken olgun insanlar olmalıdır. Atatürkün sanatçı diye tarif ettiği bu tip insandır. Bu yaklaşımla her müzik bilen sanatçı değildir. Buradaki sözüm özellikle dini müzik yapanlaradır. Müzisyen, dedikodularla duyumlarla değil, yaptığı işle arkadaşlarını değerlendirmelidir. İnsan işte, çiğ süt emmiş atasözümüz gibi, ne din dinliyor ne ayet: söylediği sözün nereye gittiğini bilmiyor ya da düşünmüyor. Sahnelerde dini musiki yapıyor, sufi müziği yapıyor, ama yaptığı müziğin söylemleri kendisini pas geçiyor, hayır hayır aslında o müzisyen kendisine gelince bütün ayetleri ve söylemleri pas geçiyor. Kanun çalıyor, ud çalıyor, gitar çalıyor, ney çalıyor vs., söylemler ile hava atıyor, ayet hadis okuyor, sufiler gibi giyiniyor ama iftira atmaktan, sahtekarlık yapmaktan, dedikodu yapmaktan çekinmiyor. Bütün müzisyenleri de aynı kefeye koymuyorum elbette.
Kişi söylediği gibi yaşamıyorsa ona ne deniyordu? Şimdi hatırlayamadım. Kişinin sahnede yaşamadığı bir hayatın temsili olan sufi elbisesini giymesine de aynı kelime kullanılıyor galiba ama hatırlayamadım işte o kelimeyi. Geleneğimizdeki meşk eğitimi topluma örnek olma sanatını öğretiyordu. Müzik bilip profesör olmak, akademik ve bilimsellikte hele hele insanlıkta üst düzeyde olmak anlamına gelmediğini herkes bilir. Sahnede, söylemlerinde kendine adil olmayan insan, başkasına da adil olamaz.
Geçenlerde Gençliğe Sanata Ruha TOHUM dergisini karıştırırken genç yaşta ölen rahmetli Prof.Dr.Salim Öğüt (1956-2012) abimizin pop müziğin gençliğe zararlı etkisi hakkında bir yazısını gördüm (sy. 93, 1976, s. 5). Nadiren bulunan yazılardan biri. Kendisi İslam hukuku alanında çalışan biriydi, Modern Düşüncenin İslam Anlayışı (2008), Modern Bir Din Projesinin Tenkidi (2009) adlı kitapları önemlidir, son eserleri idi. İslam Ansiklopedisi ocağında birlikte uzun yıllar çalışmıştık. Müzikle ilgili kitap olarak ilk göz ağrım olan Harizmi’nin Müzik Bilimi (2007) adlı eserin ana kaynağını Arapçadan Türkçeye çevirdiğim zaman ona götürmüş ve kontrolünü rica etmiştim. Rahmetli, baktı ve <teorik olarak bir yanlış gözükmüyor> demişti. Bir kere daha onu Allah’tan rahmetle anıyorum.
2018’in son haftasında Türk musikisi tarihi dersi verdiğim öğrencilerimden biri <müzik yapmanın anlamı Allah’a ulaşmaktır, değil mi hocam?> diye sormuştu. Soruya cevap vermese de bu yazının ortaya çıkması biraz da onun verdiği ilhamdan kaynaklanmaktadır. Bir tarafta rahmetli Salim Abi’nin yazısı, diğer tarafta bu soru.
Bir zamanlar İTÜ Müzikoloji Bölümünde odalarımız yan yana olduğu için birlikte beş-altı yıl kapı komşusu olduğumuz gazeteci Yalçın Çetinkaya’ya, bir kaç yıl önce köşesinde yazdığı bir yazıdan dolayı telefon edip, kimi kastediyorsun diye sormuştum. O da kimseyi kastetmiyorum, ben ortaya yazıyorum, dileyen hisse alsın demişti. Ben de burada kimseyi kastetmiyorum. Bundan bir kaç yıl önce kendimize gelelim anlamında bir yazı yazmıştım, bir yılın muhasebesinden bir parça olarak tekrar yazma ihtiyacı hissettim. Biz insanlar hata yaparız ama hatadan dönmesini de özür dilemesini de bilmeliyiz.
Meragi’nin eserlerinde Makasıd felsefesi olduğunu geçen yıl sunduğum bir bildirimde söylemiştim. Bu söylemi güncelleştirdiğimiz zaman, Meragi’nin müzisyen anlayışının tamamen toplumcu faydacı ve ahlakçı bir söylem olduğunu görürüz. Yansıma felsefesinin temelinde bu söylem farklı bir şekildedir.
Müzik bilen, özellikle günümüzde dini müzik yapan her kesin ortaklaşa katıldıkları bir söylemdir: Müzisyen topluma örnek olmalıdır. İşte bu örneklerden biri 23 Aralık 2018’de rahmete kavuşan Kanuni Cüneyt Kosal’dı.
Adaletli, iftirasız, kazasız, belasız, sağlıklı, huzurlu bir yeni yıl dileğimle.