Bilgiyi eleştiri, bilimi geliştirir. Müzikolojide eleştiri “Frankfurt ekolünü”, “critical musicology” terimini doğurmuştur. Bir Türk “Üniversitesi” veya “İstanbul” ekolü çıkarmak benim hayalim ama… Dünyada bilgiyi eleştiri, bilimin temelidir. Fakat bazı eleştiriler dedikodudur. Bunları ayırt etmek bilimsel düşünceye sahip olmanın göstergesidir.
Yine de “eleştiri”, benim ağzıma almadığım, alırsam da çok hassasiyet göstermeğe çalıştığım konulardan biridir.
Bu konuya geçmeden önce Yalçın Çetinkaya’nın son birkaç yazısına dikkat çekmek istiyorum.
Yalçın hoca ayrıca “Müziklerarası” adıyla, başarılı bir TRT Müzik TV programı da yapıyor. Gazete yazılarını zaten her kesin bildiğini düşünüyorum. Türkiye’de Müzikolojiyle uğraşanlar için son birkaç yazısına dikkat çekmek istiyorum.
Bunlardan biri “kadın sesi ve müzik” hakkındadır; bundan bir önceki “Türk musikisi eğitimi” ve hassasiyetler konusundaki yazısıdır. Her iki yazının değindiği konular Türkiye’nin önemli sorunlarına parmak basmaktadır.
Yalçın Çetinkaya’nın bu yazısında görüldüğü gibi, daha öncesinde de, Türk Musikisi eğitimi veren kurumlarda Osmanlıca, Arapça ve Farsça bilip de müzik bilmeyen ama kaynak kitapları “tercüme ettiği izlenimleri uyandıranları” eleştiren birkaç yazısı oldu.
Haklı mı? Haklı, söyledikleri bir bütünlük içinde ele alındığı zaman, tamamen haklı, gibi görünüyor. Buna hatta, yazıyı okuduğum zaman ilham aldığım şu şekilde ilaveler yapılabilir.
Türk Musikisi eğitimi veren kurumlarda, müzik bilen, enstrüman bilen ama Arapça Farsça Osmanlıca bilmediği halde kaynak eseri tercüme ettiği izlenimi uyandıran ve yarım yamalak tercüme ettirdiği metinle tez yaptığı izlenimi verenlere,
Tezlerini, doktora tezlerini savunma jürilerine teslim etmeyen kişilere,
Tez savunma jürilerin tez konusundaki ikazlarını dikkate almayıp, tez danışmanından bile gizlice tezini ilgili birimlere teslim eden kişilere ne demeli?
Savunmasını tamamlamamış tezi, yani henüz yapmadığı bir tezi (savunmasını tamamlamadığı için) gizlice teslim etmek ve olaydan habersiz danışman ve jürilerin iyi niyetini suiistimal ederek, onlara çamur atmak, leke sürmek daha büyük bir hata değil mi?
Tezini danışmanına teslim etmediği halde, tezini teslim etmiş ve doktora yapmış gibi gösterenler kişiler olamaz mı?
Tezlerini başkalarına yaptırıp kendisi yapmış gibi teslim edenlere, ne demeli, bu tez olur mu?
Tercümelerden tez (sadece Arapça Farsça olarak düşünmeyin İngilizce Fransızca Almanca gibi dillerden çeviriler, ara sıra bazı süslü cümlelerle zenginleştirilmiş), özellikle doktora tezi yapanlar yok mu?
Alanındaki gelişmeleri anmayan, danışmanı veya kendisi fikir sahibini sevmediği için asıl fikrin sahibini anmasını istemeyen danışmanların sözüne uyan tezler yok mu?
Alanındaki gelişmeleri yeterince araştırmadan tezlerini teslim edenler yok mu?
Tezlerinde başkalarının fikirlerini adlarını belirtmeden kendilerine aitmiş gibi gösterenler yok mu?
Kendi kabullerini genel kabulmüş gibi gösterenler yok mu?
Anlamsız eleştiriler (veya karalamalar) yaparak hem camiaya hem de başkalarına zarar verecek ifadeler kullananlar?
Bilmiyorum, siz hiç böyle şeyler yapanlara rastladınız mı?
YÖK ne yapsın şimdi, bütün tezleri gözden geçirip, hepsini elden geçirmeye mi kalksın?
Yalçın Çetinkaya hocamızın değindiği konular önemli.
Çetinkaya hocamızın bu uyarıları, başkalarını suçlamadan önce kendimize dikkat etmemiz gerektiğine de işaret etmektedir. Daha büyük sonuçları olan olaylara meydan vermeyelim. Dedikodular daha tehlikelidir. Aslı olup olmadığını, gerçeğini bilmediğimiz dedikoduları yaymayalım. Gerçekleri araştırıp öğrenelim. Dedikodu yaparak kendimize olduğu kadar başkalarına haksızlık yapmayalım, haksızlığa sebep olmayalım. Bu konular da müzikle ilgilenen, müzikolojiyle ilgilenen, müziği yazmakla, müziği öğretmekle ilgilenen, akademisyen veya öğretim elemanı kişilerin, Türk Musikisi eğitimi veren kurumlarda çalışan her kesin çok dikkat etmesi gereken hususlardır. Sanat estetiğini etik estetikle birlikte göstermek Türk Musikisi eğitimi veren kurumlarda çalışan her kesin birincil görevidir.
Murat Bardakçı da zaman zaman akademik çöküntüden söz eden yazılar kaleme aldı.
Ve daha başkaları da,
Yine bu dergide, çalıştığım bir kurumu eleştiren bir yazıdan dolayı, cevap hakkı doğmuş ve yazarını doğru bilgiye davet etmiştim. Bu yazım musikidergisi.com, 15 Eylül 2015’te (http://www.musikidergisi.com/yazar-90-olmadi_k%C3%A2mil_hoca_muzik_elestiri_ve_dogruluk....html) yayınlanmıştı. Yazar derginin temmuz-ağustos 2015 sayısında yayınlanan yazısında GÜ konservatuvar bölümlerinde (müzikoloji-ses eğitimi) güfte incelemeleriyle ilgili bir ders olmamasından dem vurmuştu.
Yazımda “Kim, bir eleştiri yapıyorsa dosdoğru kaynaklara dayanarak yapmalıdır yoksa meydana getirilen haksız fırtınalı dalgaları önlemek kolay değil” cümlesini kullanmış ve yazarı doğru bilgiye, özüre davet etmiştim. Evet, eleştiri veya dedikodu ile meydana getirilen fırtınalı dalgaları önlemek kolay değil, bu yüzden meydana gelecek zararlardan da dedikoduyu taşıyan kişiler sorumludur. Üstelik bunu aynı meslek içindekiler, bir gün keser sapının kendilerine dönebileceğini düşünerek dikkatli olmalı değil mi?
Yazının muhatabı olan hocamızı, okula davet ettim, bir yıl aynı kurumda birlikte çalıştık, gerçekleri gördükten sonra, yazısındaki hatalı ifadelerinden dolayı yine aynı dergide, aynı zamanda müzikolojiyi de ilgilendiren çok güzel bir tespitini gösteren (maestro kelimesinin Türkçede ilk kullanımı konulu, Devlet dergisi, sy. 263, Ocak şubat 2016) yazısının sonunda, 2015’teki yazıma atıf yapmaksızın, kurum hakkındaki sözlerinde düzeltme yapmış. Bundan yeni haberim oldu. İşte size kendimize çeki-düzen verme örneği.
Biraz kendimize çeki düzen verelim. Hatta biraz değil, iyice. Söylediklerimize, taşıdığımız bilgiye, yazdıklarımıza, davranışlarımıza dikkat edelim.
Bütün bunlar olmuş olabilir, bir ihtimal dahilinde olması olmuş olarak değerlendirilmesine yeterli midir? Bazen bu sözleri, dedikoduları delillendirmek de mümkün olabilir. Ama delillendirilmiş dedikodu bile sadece bir “iddia”dır, “ispat edilmiş gerçek” anlamına gelir mi?
Gördüğümüz bir yanlışı düzeltmek imkanı varsa, düzeltelim veya sizi af etmişlerse, hatanızı görmezlikten gelmişlerse, bu insanlara minnet duymak gerekmez mi? çünkü sizi düşünmüşler, geleceğinizi düşünmüşler. Onlara ihanet etmemek gerekmez mi?
Evet, Türk musikisi eğitim camiası Yalçın Çetinkaya hocayı duydunuz. Hocanın yazısında dikkat çektiği konulara dikkat edelim ve Türk musikisi eğitimcisi olarak kendimizi, yine onun ifadeleri ile “mûsikî kültürümüzün ülkemizde ve dünyada doğru tanınmasını sağlamak konusunda” belirlenen hedefe, “vizyona/ufka doğru yönlendirelim”.
Zaman zaman dile getirilen, “tercüme” konusunda fikirlerimi daha önce birkaç kez yazdığım için bu konuya tekrar girmeyeceğim.
Eleştiri, benim ağzıma almadığım konulardan biridir, çünkü benim özellikle kişileri ele alan bir eleştirim yoktur. Nadiren “bilgi eleştirisi” yaparım. Yazılarımda kendi doğrularımı ortaya koymayı amaçlarım. Başkalarının yanlışları üzerinde durmam. Bana gelen ve beni ilgilendiren eleştirileri ise biriktiririm. Onlardan yararlanırım. Daha iyisini ortaya koymak için.
Eleştiri, benim ağzıma almadığım konulardan biridir. Çünkü her zaman çuvaldızı kendime saplarım, saplamaya çalışırım. Türk musikisi alanında çalışanların iyiliğini düşünürüm. Yararlı olmak isteyen kişinin eleştiriye zamanı olmaz diye düşünürüm. Türk musikisinin bize verdiği görevi en iyi şekilde yerine getirmeğe çalışmak hepimizin görevidir.
Çetinkaya’nın yazısını bitirdiği cümleyi ödünç alıyorum “Bu görevi hep birlikte îfâ etmek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Ait olduğumuz kültür ve medeniyet bize bu sorumluluğu yüklemiştir”. Bu sorumluluğu hissedip yararlı olmak isteyen ve üreten kişi görevini yapmak isteyen biridir.
Ne dersiniz, Türkiye müzikolojisine yararlı olmak ne anlama gelmektedir? Müzikolojide, sırf kulağa hoş geliyor diye dedikoduya yer var mı?