Bir bilimci ne kadar küçük olursa olsun, her türlü keşfin değerli, kıymetli, önemli olduğunu bilir. Keşfe yapılan yolculuk, keşfin kendisi kadar değerlidir. Bazen en büyük rolü oynayan faktör, bizim ellerimizde olmayabilir. Yola çıktığımızda ne keşfedeceğimizin garantisi yoktur. Çoğu zaman elimiz boş bile dönebiliriz ama eğer biz hazırsak, doğru zamanda doğru bilgi birikimiyle doğru yerde olmak keşfin kapısını açar. Her keşif dünya tarihine ve medeniyetine bırakılan bir izdir, tarihe düşülen bir imzadır.
Doğru bilgiyi edinmek için öncelikle birçok yanlış bilgiyi de öğrenmemiz gerekebilir. Keşif yanlış sandığımız bilgiler içinde de çıkabilir. Doğru ve yanlış bilgilerin bir listesi olmalı ama değil mi?
Bir alanda doğru ve yanlış bilgileri barındıran öncelikle kitaplardır. Bir eğitmenimizin olmadığını varsayarsak, hangi bilginin doğru hangi bilginin yanlış olduğunu başlangıçta bilemeyeceğimiz için, bütün kitaplar değerlidir. O halde bütün kitapları listeleyen yayınlar, yani bibliyografyalar, birer doğru ve yanlış bilgileri barındıran kitapları, kaynakları, araştırmaları bir arada bize sunan kitaplardır. Keşfe çıkmak isteyen araştırmacının merakını giderecek ilgisini çekecek yayınları bir arada bulacağı kitaplar bibliyografyalar olacaktır. Her kâşifin (bk. tdk sözlüğü: bulucu) mutlaka iyi bir bibliyografya bilgisi olmalıdır.
Keşif, müzikolojide ne anlama gelir? Bunun bir kaç anlamı olabilir. Her anlam müziğin ne olduğuna ve neye müzik dediğimize bağlıdır. Yani müzikal seslerden çalgılara kadar çeşitli konularda keşif olabilir. Küreselleşen keşiflerin değeri, küreselleşen kültür içindeki değeri ile eş değerdedir. Bunu tayin etmek mümkün değildir. Yani alanınızda yapacağız keşif, küreselleşen dünya kamuoyunun ilgisini çekmeyebilir ama onu küresel kültür içinde değersiz kılmaz. Bugün değilse bile yarın onun değerini takdir edecek birileri olacaktır.
Mesela bir kütüphaneye gidiyorsunuz, müzikle ilgili olan neler var diye araştırıyorsunuz, kütüphanedeki yazma ve basma kitaplardan bir liste oluşturuyorsunuz. Bu bir keşif gezisidir. Eğer bunu kurallarına göre yaparsanız <kütüphane kataloğu> hazırlamış olursunuz. Yaklaşık 1990 yılından sonra buna neredeyse ihtiyaç kalmadı diye düşünenler olabilir, her kütüphane kaydı otomatik olarak katalog olmuyor mu? Farklı bakış açısıyla hala katalog yapmak bir ihtiyaç değil mi? Hele müzikoloji gibi özel alanlarda. İşte her bibliyografya küreselleşen müzikoloji alanına, bilgisine ve kültürüne sunulan bir katkıdır. Hala 1990 öncesi basılan yayınların özel alanlara göre bibliyografya ve kataloğuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu hem küreselleşen Türk kültürü, hem de yerel Türk kültürü için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Müzik tarihimizin doğruları için birçok keşif imkânı mevcuttur. Zengin ve çok kültürlü bir müzik tarihimiz var. Tarihe çıkılan yolculuklar size yeni doğruları ve yeni bilgileri keşfetmenizi sağlayacaktır. Ve her keşif müzik tarihimize, dünya müzik tarihine girecek altın değerinde bir doğru olacaktır.
Bir şeyi ilk keşfeden her zaman önemlidir, o bir kâşiftir, istesek de istemesek de küreselleşen kültür içindeki değerini takdir etmek gerekir. Coğrafi keşif, tarihi keşif, müzikolojik keşif vs. Bir tespit ilk defa yapılmışsa ilk keşif gibidir. Bir benzetmeyi ilk defa sizin tarafınızdan yapılmışsa ilk kâşif sizsiniz demektir. Onun için milletler, uluslar, kavimler, ülkeler ilk kâşiflerle övünürler. Küreselleşen kültür içinde onlar, tarih yapan kâşiflerdir, fatihlerdir, kahramanlardır. Onun için dünyada bir <ilkler> literatürü vardır. Udu ilk defa kim icat etti? Müziği ilk defa kimler yazdı? vs. Müzikoloji ve Kaynakları kitabının ilgili bölümünde bunları bulabilirsiniz.
Küreselleşen Müziğin Tarihini Yazmak istediğimizde iki tür temel olacaktır. Tarihe, bunların ilki olan <teksesli müzik< ile başlamak zorundayız ve bu müzik türü günümüze gelinceye kadar devam edecektir. Diğeri <çokseslilik tekniği> ile yapılan <çoksesli müzik> türü olacaktır. Ortaçağ sonlarından itibaren gittikçe gelişen ve 1750^lerde çalgısıyla, armoni kurallarıyla belirlenmiş bir tür olarak.
Kâşiflerden söz etmişken kendi kâşiflerimizin değerini takdir etmekte zorlanıyoruz. Bu konuda kendi tarihimizi öncelikle kendimiz takdir etmek zorundayız. Müzik tarihimizde “Yeni sistemciler dönemi”nin kurucu kahramanı neyzen ve müzik teorisyeni Yusuf Kırşehri gibi, bazı makamların ilk mucidi olan Klasik müzik dönemi bestecilerinden III. Selim, Abdülbaki Nasır Dede gibi müzik tarihimizin değerlerini, birer kâşif olduklarının hakkını vermeliyiz.
Küreselleşen Türk kültürü içinde araştırmacılara düşen görev, eleştiriyorum derken kimsenin hakkını yememek, hiç bir kahramanı gölgelememektir, bilimsel açıdan doğruyu söylemek yeterlidir. Bunun için Türk müziği tarihi kaynakları iyi incelenmelidir, araştırmacılar tarafından küresel bakış açısıyla iyi değerlendirilmelidir. Eleştiri için de iyi bir bibliyografya bilgisi gerektiği İlhami Gökçen'in CD eleştiri yazılarında dikkatinizi çekecektir.
Keşiflerin bazıları bütün dünyayı doğrudan ilgilendirir, bazıları bütün dünyayı birinci derecede ilgilendirmez, onlar bir millete, bir topluma özeldir, ama dolaylı olarak da olsa dünya kültürünün bir parçasıdır. Tıpkı bugünlerde bulunan Büyük İskender ve Yahudilerle ilgili yayınlanan 5. yüzyıla ait bir sinagog mozayiği gibi. Birinci sayfadan haber yapılabiliyor. Bu sebeple her keşif dünya tarihi içinde bir değere sahiptir. Ancak bazı tez veya proje kılavuzlarında <uluslararasılık> yeterince iyi düşünülmemiş, fen alanlarından kopya edilmiş gibidir, zor ve yerine getirilmesi mümkün olmayan maddelerle çevrilidir. Bu da Türk müziği hakkında araştırmaları engellemektedir. Maalesef bu durumunu YÖK gibi kurumlar, Türk Dili, Türk Halkbilimi gibi alanlarda, özellikle Türk Müziği alanında görmek zorundadır. Ama nasıl? Ne zaman bir Türk müziği profesörü YÖK başkanı olursa o zaman diye ümitleniyorum. O da alanının problemlerini iyi bilir ve alanına değer verirse. Fakat benim gibi, birçok insanın o günleri bekleyecek kadar zamanı yok maalesef. Bize düşen bazı yanlışlara dikkat çekmek, geleceğe ışık tutmaktır.
Türk müzikolojisi için Mimar Sinan'ın yaptığı camilerdeki akustik konusunu araştırıp bilimsel verilerle ortaya koymak da bir keşiftir, Meragi'nin kullandığı özel mührü bulmak da. Türkiye'de orkestra şeflerinin problemlerini tespit etmek de bir keşiftir. Fakat bütün bu araştırmaları yönetecek ve yönlendirecek bir merkez olmalıdır. Böyle bir merkez, öncelikli konu bulamadığı için Amerika'nın veya Brezilya'nın popüler müziğini araştırmaya yönelenlere dur diyebilir, bu konuların Türkiye için zurnanın son deliği olduğunu belirleyebilir.
Yılmaz Öztuna'nın ve Nuri Özcan'ın onlarca ansiklopedi maddeleri, Urmevi ve Kadızade edvarları çevirileri ve incelemeleri, Yalçın Tura'nın Kantemiroğlu, Fatma A. Başer'in Tedkik u Tahkik çevirileri ve birçok akademisyenin, öğrencilerin yaptıkları tezler, makaleler, araştırmalar birer keşiftir, keşfe çıkmaktır. Eksikleri ve fazlalarıyla beraber birer müzikolojik keşiftir. Hatta bazen aynı metin üzerinde bir kaç kişinin yaklaşımları da görülebiliyor.
Keşifler içinde öyleleri vardır ki bazılarının yüzlerce yıldır söylediklerini özetler. Mesela Onur G. Ayas'ın Müzik Sosyolojisi, Türk müziği için bir müzikoloji ve sosyolojinin birleştiği disiplinlerarası alanlardan birinde, söylenmeye çalışılan pek çok konuyu neredeyse aforizma haline getirmiştir. Söylemeye korkulan ancak samimi ortamlarda dile getirilen değerlendirmeler vardır bu kitapta. Mesela bunlardan biri Tanpınar'ın fikridir (s. 305 vd). Müziğimizin sanatını değerlendirirken Meragi'nin temsil edildiği, Itri'nin Neva karı ve Dede Efendi'nin ferahfeza ayin müziğini bir arada belirttiği zaman bir dönemden bahsettiğini tam olarak hissedemezsiniz. Bunun bir Klasik müzik dönemini oluşturduğunu Türk müziğini dönemlendirmeye uğraşan Ercüment Berker'den başka diğer pek çok müzik tarihçisinin dönemlerinde görebilirsiniz. İşte size bir başka keşif Tanpınar gibi bir edebiyatçı ile müzikologların, aynı zaman diliminin başlı başına bir değer olduğunun farkında olmaları ortak bulguda/fikirde birleşmeyi meydana getirmektedir. Her ne kadar Tanpınar ve benzer fikri paylaşanlar salt bu müziği ele alarak, Türk müziğinin bittiğinden söz etseler de bir başka edebiyatçı İsmail Süha Gezgin'in buna karşı çıkışı, müzikologların daha gerçekçi dönemlendirme yapmalarına sebep olmaktadır. Tıpkı <Hakiki Türk musikisini arayanlar çetin bir arkeolojik kazıya girişmek zorunda oldukları> gibi, tarihi gereğince değerlendirip Türk müziğinin aslında bitmediğini ama dünyadaki değişimin akışında yeni bir yönelime girdiğini ve <Sanatta popülerleşme dönemi>nin başladığını keşfetmek gibi.
Ülkenin şu sırada üzerine eğilmesi gereken konulardan biri küreselleşen dünya gerçekleri içinde doğru dürüst bir müzikoloji politikası olmalıdır. Müzikoloji politikası, müzik politikasına daha sağlıklı bir yön çizecektir diye düşünüyorum. Devlet destekli bir Türkiye Müzikoloji Derneği/Araştırma merkezi/Atölyesi/Araştırma Kütüphanesi/Enstitüsü/İncesanatlar Enstitüsü hatta Ortadoğu Güzel Sanatlar Enstitüsü benzeri bir resmi kurum kurulmalıdır. Veya Stratejik Araştırma Merkezlerinin ciddiyetle bu konuya eğilen bölümleri olmalıdır. Üniversiteler maalesef birer araştırma kurumu olmaktan çıkıp, birer mesleki eğitim veren kurumlar haline dönüştüler. Bu kurumlarda müzik araştırmaları kurumları yerlerde sürünüyor, bazıları kapatılıyor, çünkü bütçeleri yok. Türkiyedeki Türk müziği, Türk kültürünün en önemli konularından biridir. Hatta Doğu müziğini temsil eden yaygın bir uluslararası sanat temsiliyeti vardır. Bu müzik, Küreselleşen Dünya Müziği içinde birleştirici bir özelliğe sahiptir. Batıdan gelen terminolojiyi bir kenara bırakan bağımsız ve çağdaş müzikolojik yaklaşımla, o bir <uluslararası sanat müziği>dir. Yani Türk müziğine değer vermek, dünyada en yaygın müzik olan <teksesli müzik>in dayanılmaz güzelliğine kapılmış onlarca ulusun içinde yaşattığı <uluslararası sanat>ına değer vermek anlamına gelmektedir. Bu anlamda bütün dünya müziğinin birleştirici yüzüdür.