Geçen yazımda Üstad Safiyyüddin’le müzikoloji, müzik tarihi sohbetimden söz etmiştim. Uzun zamandır merak ettiğim bir konunun cevabını yine onunla bu sohbet sonucu yakaladım. Eserinde geçen bir terim var “udda kadim altı-parmak metodu”. Udda altı-parmak metodu ne demektir, ne anlama gelmektedir, nasıl anlaşılmalıdır? Ondan öğrendiğimi birazdan size de aktaracağım.
Mezopotamyanın Orta Doğu müziğinin hatta Dünyanın müzik gelişiminde önemli bir yeri olduğunu kabul etmek gerekir. Bilinen en eski medeniyettir. Gönül Tekin’in dediği gibi onlar Doğuya “Leyla-Mecnun”, Batıya “Romeo-Juliet”i kattılar, astronomiye ise “saat, 60 dakikadır” desturunu öğrettiler. Müziğe ne kattılar? Bir bakalım:
Sumerler dönemi tarihçilerce üçe ayrılır: MÖ 3000- MÖ 2000 yılları, MÖ 2000-MÖ 1000 yılları, MÖ 1000 ve sonrası. Bu süreci de genellikle çivi yazısındaki değişimlerle açıklarlar. Resim yazısından çivi yazısına olan değişim. MÖ 3000 yıllarından sonra Sumerler kralları güne başlamak için uykudan çenk ile uyandırırlardı. “Ud” Sumerce’de “gün” demekti (bk. http://www.ancientscripts.com/ sumerian.html) . Ecemler yani Kraliçeler ise havatınlak “nâ” denilen bir çalgıyla uyandırılırdı. Bu aslında yumuşak üflenen bir kavaldı. Dört delikli yavaş üflemeli kulakları tırmalamayan tiz sesleri olmayan geniş delikli bir kavaldı. Kral sazı olan çenkler tabletlerde krallarla birlikte çizilmiştir. Onun için Sumer tabletlerinde büyük ebatlarda çengillerden çalgılar vardır. Kral çalgısı büyük olur. Bir ara böylesi moda olmuş. Fakat MÖ 1000 yıllarına doğru Sumerler kuzeyden gelip, muhtemelen İpek Yolu'ndan giden bir müzisyen sayesinde çift teltınlak çalgıyla tanıştılar. Sumer krallarına getirilen ünlü bir Horasanlı müzisyen elindeki iki telli sazla krala hünerlerini gösterdi. Kralın hoşuna gitti. Nedir bu diye sordu, uyanık Horasanlı müzisyen “Anu/Göğ” dedi. “Anu/Göğ”, bizde krallar için her gün çalınan müziğe derler dedi. Kral ona “sen bundan sonra benim baş müzisyenimsin, anu müziğini bana da çal” dedi. Ve her gün başmüzisyen kralı uyandırmak için bu sazı çaldı. Her gün çalınan bu sazın adı “gün, sabah vakti, gün doğumu, seher vakti” gibi anlamlara gelen, “ud” kelimesi bu sazın adı olarak halk arasında söylenmeğe başlandı.
Çengin yerini alan yeni çalgıya böylece “ud” dediler. Bu olayın muhtemelen MÖ 1000 yıllarında olmuş olması gerekir. Çünkü “gün” sembolü çivi yazısıyla artık doğan güneş sembolünden iki burgulu bir sapa benzeyen bir sembolle yazılmaya başlandı. Udun o günlerde prototipi iki telli idi, sonra üç telli, daha sonra dört telli olması Asurlulardan başlayıp İran sasanileri zamanına kadar olan sürede gerçekleşti, dört tellinin adı da Farsça “barbed” olmuştu. Barbed’in dört telli ud olduğunun söylenmesi hep bu sebepledir. İslamiyetin yayılması sırasında ud, dört telli halde idi ve müzisyenler müzik seslerini ifade edecek yeni bir tel takarak tel sayısını çoğaltmanın yollarını arıyorlardı. İslamiyetin yayılmasının ardından beşinci tel takma girişimleri bir kaç ünlü müzisyen tarafından denendi. Ziryab ve Farabi ve başkaları. Fakat anlaşılan bu beşinci tel konusu çok yaygınlaşamamış veya kişilere özel kalmış gibidir. Ta ki Urmevi’nin Kudema dediği dönemin sonunda, muhtemelen Farabi sonrasında beş telli udun yavaş yavaş yaygınlaşmış olduğu anlaşılıyor.
İslamiyetin yayılması ile Kudema bu ud sazının eğitimini acaba nasıl yapıyorlardı? Hangi terimleri kullanıyorlardı? İşte bu konuda bize Urmevi ip ucu veriyor ve kudemanın altı-parmak metodundan söz ediyor. Bugün bu metod için “parmak pozisyonları” terimini kullanıyoruz. O dönemlerde müzik eğitiminde veya anlatımında parmağın pozisyonları için beş parmağa verilen ad ve udun kaçıncı teli olduğu söyleniyordu. İşaretparmak-ikinci tele, ortaparmak-üçüncü tele gibi. Buna “Kadim altı-parmak metodu” deniyordu.
Urmevi, Türk halkının müzik sanatçısı olduğu kadar halklar üstü bir sanatçı olarak müzik teorisini yazarken o dönemin bir çok halk müziği sazları içinde udu tercih etmiştir. Bugün o kadar çok halk müziği terimini özelleştirdik ki, bazen o dönemde halk müziği olmadığını sananlara, bu konuyu hiç düşünmedim, ben böyle düşünmedim diyenlere rastlarız. Oysa halk sazları dediğimiz tek telliden-beş telliye teltınlak çalgılar, tek delikli çalgıdan yedi delikliye havatınlak çalgılar, darbtınlak çalgılar, göntınlak çalgılar, özetle pek çok çalgı çeşitliliğin olduğu algısı ihmal edilir. Hatta bu kitaplarda çalgıların hepsi yazmasa bile. Bu müzik için kullanılan “geleneksel” sıfatının bir terim olarak kullanılmasını da doğru bulmuyorum. Müzik, müziktir. Bir adetin geleneksel olması için bir önceki nesil ile bir sonraki nesil arasında geleneğin aynı olması gerektiğini düşünüyorum ve bunun değişen şartlar nedeniyle aynı olamayacağından hareketle “geleneksel” olamayacağını düşünüyorum. Ama öyle adetler var ki gerçekten uzun yıllar aynı, gerçekten “geleneksel” demekten başka çare yoktur. Türk müziğine geleneksel sıfatının yakıştırılması ve bunun terim olarak kullanılmasını ise doğru bulmuyorum.
Urmevi’yi şimdi halk müziği sanatçısı sayamayız, neden, çünkü halk müziği 1950’de başladı, daha öncesinde yoktu. İroni yapıyorum, bu cümleyi alıp da benim halk müziği olmadığını düşündüğümü sanmayın. Tam aksine halk müziği her zaman vardı ve Urmevi, zamanın Türk halk müziği sanatçısıdır. Fakat onun bulunduğu zaman dilimi ile onun üstlendiği görev uluslararası bir görev olduğu için o aynı zaman da Arap müziği, İran müziği, Kürt müziği, Ermeni müziği, Abbasi müziği gibi halkların müzik tarihlerinde yer alması bilimsel bir gerçektir.
Dünya ağır siklet boks şampiyonu Muhammed Ali geçen hafta öldü. Pek büyük bir ses getirmedi ölümü. Sabahlara kadar boks maçını TV’de seyredeceğim diye bekleyen yüzlerce insanın beklediği gibi olmadı. Amerikan gazeteleri bir kaç gün bahsettiler: “the greatest: en büyük” deyip durdular. Neden ses getirmedi, çünkü zamanında ölmedi. Geç gelen bir ölümdü veya bu onun ikinci ölümüydü. Birincisini Amerikan kapitalizmi gerçekleştirmişti. Nasıl mı?
Hepimiz Dede Korkut’un hikayesinde ki bir vuruşta öküzü deviren çocuğu biliriz. Bütün aile, toplum onun “değer”inin farkındadır, alıp çocuğu Dedem Korkut’a götürürler ve olayı anlatıp “adını koy” derler. Dedem Korkut “Adı Boğaç olsun, adını ben koydum, ömrünü Mevla versin” der. “Değer bilen” ne güzel bir insandır, ne güzel bir toplumdur. Oysa Muhammed Ali boks hayatının baharında müslüman oldu. “İslamofobi” terimi daha henüz icat edilmemişti ama vardı. Bütün zenginler, onları temsil eden hükümet mensupları ona cephe aldı. Birçok kişiyi karşısına getirdiler ve anladılar ki onu boksta yenemeyecekler. Yaşadıklarını ben anlatmayayım eksik olur. Onun yaşadığı olayların bazı kesitlerinden “Rocky” filmi yaptılar, ardından seri film yaptılar, çok sükse yaptı. Sonuç o bir halk kahramanı idi, Kapitalizm’in kahramanı değildi. İçinde İslami duygular taşıyan insanların, halkların bir kahramanı idi. Sonunda “değer bilmeyen” kapitalizm, onu hasta etti ve manen öldürdü. Her ne kadar hastalandıktan sonra biraz iltifat etmiş gibi görünseler de neye yarar. “Bir hayalim var” diye başlayan ünlü konuşmanın sahibi bir başka müslüman “Malcolm X” gibi kurşunla öldürmediler. Uzun yıllardır o bir ölüydü. Sesi ve soluğu çıkamıyordu. Bu sebepten onun ölümü ses getirmedi. Ona “değer” verenlere ise geride kalan ailesi “değer” vermedi.
İşte ne denirse densin Urmevi de bir uluslararası halk kahramanıdır. Türk halkının uluslararası müzikolojiye kattığı bir değerdir. Müzikoloji ile uğraşanlar onun değerini bilmek zorundadır. Ve ben ondan bugüne kadar bilinmeyen, çözülememiş bazı şeyler öğrendim ve bunları sizlerle paylaştım.
Değer deyince günümüzün değer ölçülerinden biri de “Fikri haklar” kanunudur, Göktan Ay, internethaber’de güzel şeyler yazmış bir göz gezdirmenizde fayda var.
Recep USLU